Etiketler: , ,

-Metro 2033

2 yorum

Nükleer bir felaketten sonra nereye saklanırdınız? Evinizin bodrumuna mı? Yoksa koşarak kaçmak gibi saçma bir çözüm mü üretirdiniz? Öyle görünüyor ki Ruslar bu durumda ne yapacaklarını biliyor.

Rus yazar Dmitry Glukhovsky’nin aynı adlı romanından uyarlanan hikayemiz, nükleer felaketten 20 yıl sonraki dönemde, Moskova’da geçiyor. İnsanlar bu olayın ardından metro sistemine kaçmışlar ve uzun bir süredir de burayı evleri bellemiş durumdalar. Her bir metro istasyonu küçük bir şehir halini almış. Kontrol ettiğimiz karakterimiz genç Artyom ise yaşadığı “şehir”de beliren tehlikeleri diğer istasyon-şehir’e iletmek için yola çıkıyor. Tabi ki bu yolculuğunda mutantlar, yaratıklar ve haydutlarla karşılaşmakla da kalmıyor Artyom. Neo-komünistler ve Neo-Naziler, bunların yanında “Dark Ones” adı verilen ve insanlara neden saldırdıkları belli olmayan bir grup yaratık da karşılacaklarımız arasında.




Klasik bir FPS oyunu olmayan Metro 2033, bu türe küçük yenilikler ve ayrıntılar katarak sizi farklı bir dünyaya götürüyor. Atmosfer, Metro 2033’ün en büyük kozlarından biri. Karanlık tüneller, dökük yıkık ama bir o kadar da canlı şehirler, konuşmalar, sesler, ışıklar... Saymakla bitecek değil ama her biri o kadar etkili oluyor ki, kendinizi Artyom gibi hissetmeye başlıyorsunuz.

Nefes almak lazım

Bu atmosfere en önemli katkıyı silahlar ve kullanılan ekipman yapıyor. Klasik altıpatlar, kalaşnikof ve benzeri silahlar dışında, hava pompalayarak kullanabildiğiniz silahlar da mevcut. Yüzeye çıktığınız zaman kullanabileceğiniz gaz maskeniz, ışığınızı şarj etmek için kullanabileceğiniz küçük bir mobil jeneratörünüz de mevcut. Gaz maskesine özellikle değinmemiz gerekiyor çünkü oyunun en can alıcı özelliklerinden biri bu. Yüzeye çıktığınızda ya da zehirli gaz bulunan bir yere geldiğinizde “G” tuşuyla maskenizi takmanız gerekiyor. Maskeyi taktığınızda “T” tuşuyla saatinize bakarak, maskenin ne kadar vakti kaldığını öğrenebiliyorsunuz. Etrafta bulacağınız filtreler otomatik olarak bittikçe karakteriniz tarafından değiştirilebiliyor. Ancak bir çarpışma sırasında gaz maskesi takılıysa, maskeniz zarar görebiliyor ve yenisini bulmanız gerekebiliyor. Atmosfere yardımcı demiştik. Maskenin takılı kaldığı zamana göre ekranınız buğulu gözükmeye başlıyor, nefes alış verişiniz hareketlerinize göre artıyor ve sizi içten içe bunaltıyor: Aynı bir gaz maskesinin yapacağı etkiyi birebir yaşamış oluyorsunuz.


Silahların etkisi ise, kullandığınız mühimmatın aynı zamanda bir para birimi olmasında yatıyor. Her çarpışma sırasında aklınızda kurşunlarınızı az harcamanız gerektiğini söyleyen bir ses oluyor. Bu da stratejik ilerlemeyi gerektiriyor. Yani Ramboculuk oynayamayacağınızı söyleyelim. Yine de insan düşmanlardan ve etrafta bulacağınız silahlardan kurşunları alarak mühimmatınızı belli bir seviyede tutabilmeniz mümkün. Çarpışmalardan bahsetmişken, aldığınız hasarı da belli bir bar olarak göremiyorsunuz. Sadece ekranınızın kenarları kırmızı olduğunda anlayın ki pek fazla ayakta kalamayacaksınız. Hemen “Q” tuşuyla sağlık paketinizi kullanmanız gerekiyor.

Kurşunlarınızı para olarak kullanabileceğinizi söylemiştik. Bu parayla çoğu şehirde bulunan pazarlardan çeşitli ekipman alabiliyorsunuz. Silahlardan tutun, bombalara, sağlık paketlerine kadar bir çok değişik ekipman elinizin altında. Görevlere başlamadan önce buradan yeterli ekipman almak oyunun da bir nevi anahtarı halinde. Çünkü çatışmalar sırasında öyle anlar geliyor ki, makinalı tüfeğinizi kaldırıp bıçağınızı kullanmaya başlamayı aklınızdan geçiriyorsunuz.

Görevlerinizi görmek ve pusulayla nereye gitmeniz gerektiğini anlamak için“M” tuşuyla açacağınız günlüğünüze bakmanız gerekiyor. Günlük, ekranda bir menü olarak belirmiyor. Sağ elinizde günlüğünüz ve sol elinizde bir çakmak beliriyor. Yani günlüğünüze bakarken savunmasız kalacağınızı belirtelim. Bu yüzden çabuk davranmanız gerekebiliyor. Görevinizi okurken yaratıklara yem olmak işten bile değil.



İyi saklanın

Metro 2033’de şiddetli çatışmalar dışında, saklanarak gitmeniz gereken bölümler de bulunuyor. Karanlığı olabildiğince iyi kullanıp, düşmanlarınıza sinsice yaklaşabilir ve ummadıkları bir anda onları avlayabilirsiniz. Ancak bu yerlerde dikkatli ilerlemeli, bubi tuzakları ve sallanan boya kutularına dikkat etmelisiniz. Boya kutuları ve yerdeki camlar, üzerlerine geldiğinizde ses çıkardıklarından, düşmanlarınız tarafından fark edilmenize neden oluyor.

Yükleme ekranlarında Artyom’un anlatımı bulunuyor. Sesli ve yazılı olarak birer paragraflık bu anlatımlar, oyunu daha iyi anlamamıza ve karakteri daha iyi tanımamıza yardımcı oluyor. Bu paragrafların direkt kitaptan alınıp alınmadığı hakkında bir bilgi yok. Ancak siz de bizim gibi oyunu oynadıktan sonra fellik fellik kitabı arayacaksınız, emin olun. 

Anlatım demişken ses ve müziklere değinmeden geçmeyelim. Sesler de en az çevre kadar detaylı işlenmiş. Özellikle Rus aksanlı İngilizce konuşan karakterler, hatta votka içerek Rusça birşeyler mırıldananlar sizi gerçekten Moskova’nın metrosunda olduğunuza inandırıyor. Etrafta gitar çalan insanlar ya da eski bir plakta çalan şarkılar, bize biraz olsun Fallout tadı da yaşatmadı değil. Bunun dışında orkestral tarzdaki müzikler olması gerektiği gibi yapılmış.

Gözlerinizi etraftaki detaylardan alamayacağınızı belirtmeliyim. 4A Games öyle iyi bir iş çıkarmış ki, çevrenizde bulunan herşeyi detaylıca incelemek istiyorsunuz. Öyle ki, ofiste oyunu oynarken dinamik ışıklandırmaya, gölgelere, ayrıntılı yapılara, her yerde farklı kaplamalar olmasına ve benzeri birçok şeye hayran kaldığımızı söyleyebilirim. Buradaki sorun, çevredeki eşyalarla olan etkileşiminizin sınırlı olması. Örneğin gitarın üzerine gelip “E” tuşuna bastığınızda bir akor duyuyorsunuz. Işıkları söndürüp açabiliyorsunuz. Bir de bazı zamanlarda sizden bu tuşa basmanız isteniyor. Söz gelimi bir kapıyı açmak ya da bir yaratığı uzaklaştırmak için arka arkaya bu tuşa basmanız gerekebilir. Ancak bütün etkileşim bunlardan ibaret. Biraz olsun daha fazla etkileşim bulunsa, bu küçük ayrıntılar oyunu daha eğlenceli hale getirebilirdi.

Grafik motorunun çevreye etkisindeki başarının aynısını karakter modellemesi için de söylemek isterdim. Ancak modellemeler zamanın gerisinde kalmış diyebiliriz. Göze güzel gözükmesine rağmen, “daha iyisini gördük” dememize neden oldular. Bu konunun dışında animasyonlar oldukça iyi ve karakterlerin bulundukları ortamlarla etkileşimleri için “olmuş” diyebiliyoruz. Örneğin bir saldırıdan sonra yerler yaratık cesetleriyle dolu bulunurken, hemen yandaki büyük metal kapı açıldığında, mantıklı bir şekilde cesetler kapının önünde sürükleniyor. Bu gibi küçük ayrıntıların, oyuncuları da mutlu edeceğinden eminiz.



Karanlık, havasızlık ve radyoaktivite

Metro 2033’ün bazı eksileri de yok değil. Grafiksel küçük hatalar mevcut. Örneğin farenizi olabildiğince aşağı çektiğinizde bacaklarınızın olması gereken yerde kocaman bir boşlukla karşılaşıyorsunuz. Bu gibi küçük detaylar can sıkıcı olabiliyor. Düşmanlarınızın, özellikle insan düşmanların yapay zekaları sorunlu. Bu yapay zeka sorunu oyunun atmosferine ters bir etkide bulunuyor. Oyunun nVidia 3D Vision desteğiyle geldiğini de belirtelim. Yani 120 Hz monitör ve nVidia 3D Vision gözlük sahipleri yaşadı. Ancak PC versiyonu, Xbox 360 versiyonunda olduğu gibi geniş ekran desteği olmadan geliyor. Bu da ileride bir yamayla düzeltilirse PC sahipleri için daha iyi olacak. Ayrıca bir multiplayer modunun da bulunmadığını da söyleyelim.

Oyunu S.T.A.L.K.E.R.’a benzetenler için küçük bir not düşelim. 4A Games, S.T.A.L.K.E.R.’ın yapımcısı GSC Game World’den ayrılan Oles Shiskovtsov ve Aleksandr Maksimchuk tarafından kurulmuş. Bu programcılar aynı zamanda S.T.A.L.K.E.R.’ın motoru olan X-Ray motorunun da geliştirilmesinde çalışmışlar. 4A’nın motoru ise X-Ray’in geliştirilmiş bir multiplatform versiyonu. Konunun da benzer olması sebebiyle birbirlerine benzediklerini söyleyebiliriz. Ancak Metro 2033 “atmosfer” konusunda odaklanmış ve bunu iyi kotarmış bir oyun.

Sonsöz olarak Fallout ya da S.T.A.L.K.E.R. kopyası diye bu oyunu almamazlık etmeyin. Çünkü Metro 2033’ün ne kadar farklı ve derin bir dünyası olduğunu oyunu oynadıktan sonra farkedeceksiniz.
Minimum
  •  Çift çekirdekli işlemci
  •  DirectX 9 ve Shader Model 3.0 destekli ekran kartı
  •  1 GB RAM
Önerilen
  •  Dört çekirdekli işlemci
  •  DirectX 10 destekli ekran kartı
  •  2 GB RAM
Optimum
  •  i7 işlemci
  •  DirectX 11 destekli ekran kartı
  •  8 GB RAM

Etiketler: , , , ,

-Singularity

2 yorum


singularity ps3.jpgSingularity (Tekillik): Kara deliklerin merkezinde, hacim sıfıra yaklaşırken yoğunluğun sonsuza ulaşması sonucu, bilinen fizik kanunlarının çöktüğü nokta.

Rusya’dan yine sevgilerle


Son yıllarda bir furyadır gidiyor; Rusya – Nükleer kaza – Mutasyona uğramış canlılar üçlüsünden o kadar çok oyun yapıldı ki, kendine ait bir tarzları olacak diye korkuyorum. Post-apokaliptik tarz Fallout’la büyük oranda hayatımıza girmiş olsa da, yakın dönemdeki Rusya tabanlı bu oyunlar, hikâye bakımından birbirine çok benziyor. STALKER ve Metro 2033 bunun en güzel örnekleri.

Singularity ise ilk baktığımızda yine bu tarzı sürdürecek gibi gözüküyordu. Hikâyesi, öncekilere göre çok benzer. Singularity’nin konusu 2. Dünya Savaşı’ndan sonra, Soğuk Savaş’ın ilk dönemlerinde başlıyor. Sovyet Rusya, yaptığı araştırmalarla Katorga 12 adlı adada, E-99 adı verilen bir madde bulur. Bu madde o kadar güçlüdür ki, yaşlıları gençleştirmeyi, hastaları iyileştirmeyi, hatta verimsiz tarlaları verimli hale dönüştürmeyi sağlar. Bununla birlikte zamanda yolculuk yapabilmeyi bile mümkün kılar. Sovyetler, bu adaya çok gizli bir araştırma merkezi kurar ve insanları buraya yerleştirir. Küçük bir araştırma kasabası haline gelen Katorga 12’de, 1950 yılında “Singularity” adı verilen bir sorun patlak verir ve Sovyetler bu adayı bütün belgelerden kaldırırlar. 2010 senesinde bir Amerikan uydusu, Rusya’nın doğusunda yüksek radyoaktivite algılar ve buraya bir araştırma ekibi yollar. Biz de bu araştırma grubunda yer alan askerlerden biri olan Nate Remko rolüne bürünüyoruz.

Bu noktadan sonrasında size hikâye hakkında pek fazla ipucu vermeyeceğim, çünkü zaten ilerlerdikçe karşısınıza çıkacak olan notlar, ses kayıtları ve küçük filmlerle birlikte senaryonun geri kalanında neler olduğunu öğrenebiliyorsunuz. 

Kafanızdan element sallamayın!
Singularity’ye ilk başladığınızda, oyunun tipik bir FPS’den farklı olmadığını sanabilirsiniz. Ancak ilerledikçe oyunun farklı bir yapısı olduğunu göreceksiniz. Bazen ilerlediğinizde zamanın 1950’ye döndüğüne şahit oluyorsunuz. Ya da karşınıza bir anda görünmez olan yaratıklar çıkabiliyor. Bu yaratıklarla savaşırken silahlarımız da bulunuyor. Çok geniş olmasa da elimizde bir kaç adet silah mevcut. Bunlar altıpatlar tabanca, otomatik tüfek, pompalı tüfek, dürbünlü tüfek. Bu saydıklarım dışında iki özel silahımız daha mevcut. Ancak o iki silaha az sonra tekrar değineceğim. Kutuların, dolapların içinde sağlık paketleri, mermiler ve silahlar bulabiliyorsunuz. 

Dediğimiz gibi Singularity, ilk başta tipik bir FPS olarak görünüyor. Fakat TMD adı verilen Time Manupilation Device (Zaman değiştirme aleti) silahını elinize aldığınızdan sonra bu monoton yapı, değişken bir oynanış stiline bırakıyor ve bizi şaşırtıyor. TMD adı verilen cihaz, adından da anlaşılacağı gibi bir zaman değiştirme makinesi. Peki bu silahla ne yapabiliyoruz? Yıkık dökük merdivenleri zamanda geriye döndürerek ilk ve sağlam haline getirebiliyor ya da tekrar yıkılmış haline dönüştürebiliyoruz. Aynı mantık kutular için de geçerli. Parçalanmış bir kutuyu sağlam haline getirerek, içinden sağlık paketi, mermi vb. eşyalar alabiliyoruz. Daha da ilginç olanı, TMD’yi düşmanlar üzerinde kullanabiliyoruz. Bu şekilde onları öldürebiliyor, hatta insan düşmanları yaratığa dönüştürebiliyoruz.  Bazı düşmanlar üzerinde ise zamanı yavaşlatma etkisinden yararlanmamız mümkün.



Impulse özelliğiyle etrafa bir şok dalgası göndererek zayıf düşmanları altedebilir ya da bir süreliğine etkisiz hale getirebilirsiniz. Ayrıca TMD’nin bir süre sonra kazanılan yer çekimi özelliği sayesinde etraftaki objeleri taşıyabiliyorsunuz. Half-Life 2’ye bir saygı duruşu olduğunu söylememize gerek yok. TMD, sınırsız kullanıma sahip değil. Etrafta bulacağınız E-99 şarj üniteleriyle birlikte TMD’yi dolduruyoruz.  Chronolight adı verilen özellik ise, sizin nereye gitmeniz gerektiğini yerde oluşan parlak ayak izleriyle söylüyor.

Bu silahı aldığınız ilk zamanlarda karşınıza çıkacak bir diğer silah ise E-99 Seeker. E-99 güç ünitelerini mermi olarak kullanan bu silah o kadar güçlü ki, vurduğunuz kişinin kolunu bacağını farklı yönlere göndermek çocuk oyuncağı. Ancak silahın asıl özelliği; sıkı durun: Mermiyi yönlendirebiliyorsunuz. Ateş ettikten sonra zamanı yavaşlatarak mermiyi istediğiniz yöne gönderebiliyorsunuz. Bu şekilde köşelerin ardındaki düşmanları vurmak bile mümkün.

Farklı yerlerde bulacağınız Weapon Locker adı verilen istasyonlarda istediğiniz silahı almanız veya E-99 şarjlarıyla birlikte bu silahlara mermi ya da  silah teknolojileriyle çeşitli yükseltmeler ekletebiliyorsunuz. Örneğin bir tüfeğin daha fazla mermi almasını sağlayabilir ya da daha fazla zarar vermesini mümkün kılabilirsiniz.

Augmentor adı verilen istasyonlar ise, kişisel yeteneklerinizi güncellemenize imkân sağlıyor. Örneğin daha fazla sağlığa sahip olmanızı ya da daha isabetli atış yapmanızı sağlayan güncellemeler bu istasyonlarda mevcut.

Her güzelin bir kaç kusuru vardır

Singularity genel olarak aksiyon, korku ve bulmaca öğeleri taşıyan bir FPS. Ara sıra Modern Warfare 2’ye benzeyen ara sahnelerle biraz olsun bizi atmosferin içine davet ediyor. Mutasyona uğramış canlılar, Rus askerler ve benzeri bir çok düşmanla hem 1950 yılında, hem de 2010 yılında savaşıyorsunuz. Bu da oyunun dinamizmine pozitif etki ediyor. Bölüm tasarımları oldukça iyi.

Fakat oyunun bir çok eksiği de mevcut. İlk baktığınızda Singularity’nin zamanın gerisinde olan grafiklerini fark edeceksiniz. Günümüzdeki shooterların yanında çok zayıf kalan bir grafik motoru var. Animasyonlar da o kadar iyi değil. Kaplamalar da bu negatiflikten payını almış. En göze çarpan olaylardan biri de yerde kan izi kalmıyor olması. Bazı kaplamalarda ise kurşun izi yok. Basit gibi gözükebilir, ancak çoğu küçük detay eklenmemiş.

Grafikleri görmezden gelseniz bile, oyunda bir serbestlik hissi olmaması büyük bir eksi. Bazı fizik hataları da bunun en büyük kanıtı. Tel bir çitin üzerine çıktım, kutuyu TMD’yle çitin üzerine koydum. Fizik motorunun hatalı olması nedeniyle kutuyu istediğim gibi tel çitin üzerine rahatça yerleştirdim ve kutunun üzerine çıktım. Ancak rahatça çıkabileceğim bir platforma, harita tasarımında platformun gidilebilir olmaması nedeniyle gidemedim. Bu tarz hatalar bizim gibi serbest oynanışa alışmış oyunculara can sıkıcı gelecek. Bölümlerde kullanılan renk tonları, küçük tasarımlar, posterler göze hoş olmalarına rağmen ayrıntılı değil.

Sesler oldukça iyi. Seslendirmeler ve ara videolar oldukça eğlendirici ve sizi oyunun havasına sokmayı başarıyor. Zaten onca Rusya’da geçen oyun oynadıktan sonra, Rus aksanlı İngilizce’ye bir sempati duymaya başlamış oluyorsunuz. Kısacası zamanda yolculuk için bazı detayları göz ardı ederek yola çıkabilirsiniz.



Sistem gereksinimleri :

  •  İşletim sistemi Microsoft Windows XP/Vista/7 *; 
  • -İşlemci AMD Athlon X2 4800 + / Intel Pentium D ( çift çekirdek ) 2.8 GHz veya daha iyi bir frekans ile ; 
  •  1 GB ( Windows XP ) / 2 GB (Windows Vista / 7) RAM ; 
  • serisi 8400 ve 9400 hariç - NVIDIA GeForce 8800 GT () / ATI Radeon X1800 (kart hariç X1800 GTO , Radeon HD2400 , Radeon HD2600 ve Radeon HD3450 ) 256 MB bellek veya daha yüksek ** ; 
  •  8 GB boş sabit disk alanı; 
  •  Ses kartı 16-bit DirectX 9.0c uyumlu ; 
  •  DirectX 9.0c ; 
  • DVD okuma - Cihaz ; 

Etiketler: ,

-Angry Birds : Space

2 yorum

     Bir yanımızda muhteşem grafikli Crysis 2 gibi, diğer yanımızda Assassin's Creed gibi fantastik hikayelere sahip yapımlar var. Bir yandan da tüm basitliğine rağmen milyonlarca kişi tarafından oynanan Angry Birds var. Grafik ve senaryo kısmını bir yana bırakalım orijinalliği bile olmayan bir oyun, internette şöyle biraz aransak kendisinin onlarca benzerini görebiliriz. Telefonlarımızdan giriş yapan Angry Birds karşılaştığı yoğun ilgi sayesinde PS 3, Xbox 360 ve PC'lerimize kadar konuk oldu ve hatta şimdi bir televizyon programı yapılması bile söz konusu.Şimdi kızgın kuşlarımız telefonlarımıza geri dönüyor, bu kez bir senaryo dahilinde ve çok daha zorlu şekilde.

Angry Birds Space

         Sevimli kuşlar, güneşli bir günde, mutlu şekilde yumurtalarıyla ilgileniyordu. Derken gökyüzünde bir delik belirdi ve ardından altın yumurtayla birlikte buzdan bir kuş, yere çakıldı. Kuşlarımız daha ne olduğunu anlamadan, aynı delikten metalik eller uzandı ve altın yumurtayla birlikte kuşlarımızın yumurtalarını da uzaya götürdü. Bu durumda sadece buzdan kuşun değil, bizim sevimli kahramanlarımızın da uzaya giderek yumurtaları için savaşmaları gerekiyordu...Böyle bir giriş istemişimdir hep...:D

Tüm zamanların en popüler mobil oyun serilerinden biri olan Angry Birds: Space, bugün itibarıyla iOS ve Android işletim sistemlerine sahip cihazlar için satışa sunuldu. iOS'ta 1 dolara satılan oyunu, birçok bekleyeni olduğu gibi ben de görür görmez satın aldım ve oynamaya başladım.  



     İlk olarak söyleyebileceğim, oyun için önümüzdeki günlerde birçok ek görev gelecektir. Zira Space'de iki gezegen ve altında birçok görev bulunuyor, lakin bu bölümlerin Angry Birds oyuncuları için başlangıç olduğu ortada. Eğer seriyi takip ediyorsanız, önceki oyunlara uygulanan eklenti paket politikalarını biliyorsunuzdur.. Yine de 1 dolarlık fiyatı göz önüne alırsak, güzel bir başlangıç olduğunu söyleyebiliriz.

         Yapımda Kızgın Kuşlar'ımız, yeni kostümleri ve yeni arkadaşlarıyla birlikte uzaya adım atıyor ve ezeli düşmanları domuzlara karşı savaşıyor. Görüyoruz ki domuzlar, uzaya koloni kurmuş, keyiflerine göre hareket ediyor, hatta uyuyorlar bile. Bizim dostlarımız rahat durur mu peki, tabii ki durmaz ve onları dünyada olduğu gibi, uzayda da pataklamak için hareket geçer. Bunun için de uzayın çekim gücünden, uzayda keşfettikleri özel güçlere kadar her şeyi kullanırlar. 

Eğer oyunu almayı düşünüyorsanız, aşağıda fikir sahibi olmanıza yardımda bulunacak olan videomuza göz atabilirsiniz. İyi seyirler.




Herkese bol oyun dolu günler. Ben şimdi sapanla kuş avlamaya gidiyorum.Daş yok mu ya !!!Yazımı sonra güncelleyeceğim...

Etiketler: , ,

-Watchmen : The End is Nigh

0 yorum

Epeydir beklenen çizgi roman uyarlaması Watchmen: The End is Nigh, nihayet vizyona girdi. İlk eleştirilerin gayet olumlu olduğu yapımın eş zamanlı olarak bir de video oyunu yayınlandı. Deadline Games tarafından geliştirilen yapım, ortalama değerlerde oyunlar yapan bir ekibin elinden çıkıyor. Daha önce Total Overdose: A Gunslinger’s Tale in Mexico’yu hazırlayan takımın bu yeni projesi de, öncekilerden pek farklı değil.

Final Fight, namı diğer Hagar!


PC için Steam üzerinden dağıtılan (PS3 için PSN ve X360 için Xbox Live) Watchmen’de oynanabilir iki karakter bulunuyor. Bunlardan ilki Nite Owl. Görür görmez Batman’i anmadan edemeyeceğiniz bu karakterin en önemli özelliği kıyafeti. Genellikle düşmanlarını kıyafetinin marifetleri ve dövüş yetenekleri sayesinde alaşağı eden Nite Owl’ın haricindeki bir diğer oynanabilir kahraman ise Rorschach. Peki onun özelliği nedir? Acımasız olması! Evet, onun özelliği bu. Zaten her iki karakter ile oynarken aradaki farkı göreceksiniz. Rorschach’ın hareketleri Nite Owl’a göre daha agresif ve düşmanları öldürmeye yönelik… Düşmanın kolunu, bacağını, hatta boynunu kıran Rorschach, geçmişinden gelen öfkesini karşısına çıkan herkesin üzerine saçıyor. Özel kimyasallarla geliştirilen maskesinin niteliği, duygusal değişimlere göre farklı motifler resmediyor olması. Rorschach’ın yüzündeki akan görüntünün sebebi bu. 



Karakterlerden herhangi birini seçerek başladığınız Watchmen’de isterseniz Co-Op deneyimi de yaşayabiliyorsunuz. Klavye+gamepad aracılığıyla çift kişi aynı senaryoyu beraber oynayabiliyor. Split screen tekniğiyle gerçekleştirilen Co-Op’ta ekran ikiye ayrılıyor. Oyuna başlanılan ilk andan itibaren sonuna kadar hep aynı ilerleyiş mantığı güdülmüş. Bana ataricilerde oynadığımız Final Fight, yani namı diğer Hagar oyununu anımsattı. İlerle ve karşına çıkan düşmanları döv… Sonra tekrar ilerle ve sebepsiz yere karşınıza dikilen düşmanları yine döv… Watchmen bu şekilde ilerliyor. Hani bir şey düşündürmeyen, sadece vakit geçirmek için oynanan oyunlar vardır ya, işte The End is Nigh tam onlardan biri. Kafaya takmanız gereken tek şey comboları yapmaktan başka bir şey değil. Zaten tuşlara basarken ister istemez bazı özel hareketleri yapıyorsunuz. Birkaçına da menüden bakıp, kısa zamanda kontrollerini kavrayabilirsiniz. 


Hava ayaz mı ayaz, ellerim ceplerimde


Kapow Engine ile geliştirilen oyunda animasyonlar bir hayli başarılı ama çok kısıtlı. Yönettiğimiz karakterler ile düşmanların etkileşimi sırasında ekranda anlamsız boşluklar göze çarpmıyor. Karakterin yumruğu düşmanın tam suratına oturuyor ve darbeyi alan taraf, gerçekçi bir şekilde tepki gösteriyor. Zaten bu tür dövüşerek ilerlemeye odaklı bir oyunda, kavga animasyonlarının iyi olmaması düşünülemez. Ancak yapay zeka açısından bir hayli garip enstantanelerle karşılaşmanız olası. Zira düşmanların bir köşede anlamsızca beklemelerinden tutun da, yanındaki arkadaşına tekme tokat girdiğinizde hâlâ aval aval bakanlara kadar birçok yapay zeka problemiyle yüz yüze geleceksiniz. Maalesef yaklaşık 3 saat süren Watchmen: The End is Nigh macerası boyunca bu gibi hatalara göz yummak zorundasınız. 

Grafiksel olarak başarılı olan yapımda, güzel animasyonlar görmemize karşın son derece sınırlı sayıda olmaları önemli bir eksi. Kontrol ettiğimiz karakterlerin gerçekçi görünüşlerine karşın, az sayıdaki düşman tipi atmosferin gerçekçiliğini törpülüyor. Hep aynı tipteki adamları dövmekten zevk aldığımız yıllarda deli gibi Final Fight oynuyorduk. Ancak video oyun teknolojileri bir hayli ilerlerdi ve bizim de standartlarımız yükseldi… 



Levyem ile sev beni

Seslere kulak kabarttığımızda, çok fazla efekt ile karşılaşmıyoruz. Basit ortam seslerinin yanında bağırış çağırışlar ve arbedeler esnasında oluşan darbe sesleri… Bir de karakterlerin konuşmaları var (Konuşurken Nite Owl’ın ağzı oynamıyor). Bunlar için filmin oyuncuları ile çalışılmış. Yani Rorschach’ın maskesinin ardındaki Jackie Earle Haley’i ya da Nite Owl’ı oynayan Patrick Wilson’ın gerçek sesleri Watchmen: The End is Nigh’da mevcut. 

Ortaya çıkan tabloya genel olarak baktığımızda, İnternet üzerinden bölüm bölüm yayınlanacak olan Watchmen’in bu ilk oyunu, klasik aksiyon yapımlarının yenilenmiş hali gibi duruyor. Önüne çıkanı döv, ilerle, karşına gelen grubu döv, hepsi dayak yeyince kapı açılsın ve tekrar ilerle… İşte The End is Nigh’ın tarifi bu. Eğer iyi bir aksiyon oyunu arıyorsanız, bu yapım sizi tatmin etmeyebilir. Ancak filmine gidip iyice gaza geldiyseniz, yapacak bir şey yok, birkaç saatlik Watchmen deneyimi yaşayacaksınız demektir. Sonra mı? Sonrasında devam oyununu beklemeye koyulacaksınız…

Sistem Gereksinimleri
  • Microsoft® Windows® XP SP1+ (32bit & 64bit), 
  • Vista SP1+ (32bit & 64bit) 1.8Ghz 64bit (dual core) işlemci 
  • 1 GB RAM 
  • 2 GB boş harddisk alanı 
  • Geforce® 6 serisi ya da daha iyisi, ATI Radeon™ x800 serisi ya da daha iyisi, shader 3.0 ve 256MB video belleği, DirectX® 9.0c 

Etiketler: , , ,

-Syndicate

2 yorum

Daha önce özellikle 20’li yaşlarının sonlarında olan takipçilerimizin hatırlayacağı Bullfrog tarafından geliştirilen ve 1993’te Syndicate, 1996’da ise Syndicate Wars’la birlikte oyun dünyasında adımını atmış olan orijinal seri, Starbreeze tarafından tekrar canlandırıldı. Oyunun konusuyla ilgili olarak biraz Johnny Mnemonic, biraz Deus Ex ve System Shock’u alıp suya atıp kısık ateşte pişirilmiş diyebiliriz.

Gelecekten bir hikaye

Kısaca hikayeden bahsetmek gerekirse, 2017 yılında dünyanın en büyük şirket birleşmesinden oluşan Eurocorp firması, 2025 yılında DART isimli çipi piyasaya sürüyor. Bu çip insanların beyinlerine yerleştiriliyor ve bu çiple birlikte insanlar geniş bir veritabanına ulaşabilirlerken aynı zamanda çoğu elektronik cihazı da kullanılamaz hale getirebiliyorlar. Bu çip yüzünden dünya artık hükümetlerin değil, mega-şirketlerin yönetimi altında. Bu mega-şirketlere de “Syndicate” adı veriliyor. Syndicate’ler arasında endüstriyel hırsızlık bir düzen haline gelmiş durumda ve şirketler bunun için biyomühendislikle geliştirilen ve çipleri kullanmayı bilen ajanlar kullanıyorlar. Biz de bu ajanlardan biriyiz.




Oyunumuz 2069 yılında geçiyor ve Eurocorp’un prototip çipi DART 6’yı kullanan son ajanı olan Miles Kilo’yu yönetiyoruz. Ajanımızın kullandığı DART 6 çipinin değişik özellikleri mevcut. DART 6’yı aktif hale getirdiğimizde çevremizde olan biteni, dijital bir arayüzden görüyoruz. Düşmanlarımızı daha kolay görüyor ve ağır çekimde altedebiliyoruz. Ancak bu arayüzü kısa süreli kullanabiliyorsunuz. Tekrardan dolması için beklemek gerekiyor. Bununla birlikte düşmanlarımıza karşı kullanabileceğimiz üç farklı özelliğimiz de bulunuyor. Bunlar Suicide, Backfire ve Persuade. Suicide özelliğiyle düşmanın çipini kendini öldürmesi ve yakın çevresine zarar vermesi için kullanabiliyoruz. Kalabalık düşmanları toplu halde yoketmek için birebir. Backfire ise düşmanın elindeki silaha elektrik veriyor ve rakibinizin yere düşmesine neden oluyor. Geçici bir süreliğine etkisiz hale geliyor. Persuade ise düşmanınızın sizin tarafınızda savaşmasını sağlıyor. Bu üç özellikle ilk başta etkili gibi gözükse de, tipik bir FPS’ye yakın olan Syndicate’de pek fazla da işe yaramıyor. En azından oyunun tek kişilik modunda bunları kullanmadan da ilerlemeniz mümkün.





Artık her oyunda karşımıza çıkmaya başlayan yetenek ağacı, Syndicate’ta da karşımıza çıkıyor. Oynanışa büyük bir değişiklik katmasa da biraz olsun oyunu monotonluktan çıkarıyor.  Çeşitli özelliklerimiz dışında silahlarımız da mevcut. Bunlar tipik tabanca, otomatik tüfek ve dürbünlü tüfek gibi çeşitlere sahip olsa da, aralarında kişiye kilitlenen kurşunlara sahip ilginç silahlara da rastlamak mümkün.

Oynanış oldukça hızlı. Aksiyon bir an bile durmak bilmiyor. Zaten “bossfight” olarak nitelendirebileceğimiz savaşlar da diğer FPS’lere göre daha dinamik gelişiyor. Hızla koşmanız, yukarıdan düşen yedek cephaneleri toplamanız, gerektiği zaman saklanıp gerektiği zaman ateş etmeniz gerekiyor. Düşmanların yapay zekası fena değil. En azından sırayla size ateş etmiyorlar. Siz ateş ettiğinizde saklanıp sizin boş anınızı yakalamaya çalışıyorlar. Bu açıdan en azından diğer FPS’lerdeki yapay zekalardan daha mantıklılar.

Oyunun arayüzünden bahsetmek gerekiyor. Silahınızdaki kurşunların sayısı, silahın üzerinde gösteriliyor. Zaten bir ajan olduğunuz için, çevrenizdeki objelerin üzerinde küçük yazılar ve şekiller beliriyor. Yani bir nevi dijitalleştirilmiş bir dünya içerisindesiniz. Böyle olunca da kendinizi tamamen biyomekanik bir yaratık gibi düşünüyorsunuz.




Ana hikaye modunda olaylar size pek de detaylı şekilde anlatılmıyor. Bunun yerine etrafta toplayacağınız veriler size hikayeyi anlatıyor. Ancak bunları da veritabanı kısmına girerek okumanız gerekiyor. Eğer okumaktan hoşlanan biri değilseniz, bu durum hikayeyi öğrenmenizin önünde büyük bir engel. Haliyle hikayeyi bilmiyorsanız, etrafta delice koşup insan öldüren bir makineden farkımız kalmıyor. Tek kişilik modun, yaklaşık 6 saatlik bir senaryosu olduğunu da belirtelim.

Single player modundan sıkılanlar için oyunda co-op modu da bulunuyor. Bu modda bir hikayeden daha çok, ajanın hayatından bir gün sunulmuş. Ayrıca co-op modunda DART 6 çipinin özellikleri daha da eğlenceli hale geliyor.

Syndicate’ta her bölüm sonunda o bölümdeki istatistikleriniz sunuluyor. Ancak bu istatistikleri arkadaşlarınızla paylaşamıyor olmanız kötü. En azından bir sıralama yapılabilse güzel olurmuş.

Syndicate’ın atmosferi tam anlamıyla fütüristik. Bolca ışık efekti kullanılmış. Bu sizi bir süre sonra rahatsız edebilir ancak açıkçası bence sunum anlamında başarılı görünüyor. Hatta uzun süre Syndicate’ın Frostbite 2.0 motoruyla yapıldığını düşündüm. Menüler, geçişler ve yansımalar çoğu yerde Battlefield 3’ü anımsatıyor. Ancak Starbreeze’in Syndicate’ta kullandığı motor, daha önce geliştirdikleri Chronicles of Riddick oyunlarında kullandıkları motorun biraz geliştirilmiş bir versiyonu. Özellikle kaplamalara baktığınızda farkı anlayabiliyorsunuz.




Oyunun seslendirmeleri genel olarak başarılı. Özellikle silahların çıkardığı ve çevreden gelen farklı efektler, tam olarak bir cyberpunk havası yakalamanızı sağlıyor. Genel olarak Tron: Legacy’yi hatırlattığını söyleyebilirim. Ayrıca son dönemin popüler müzik türü olan dubstep’i n örneklerini de oyunun içerisinde bulmak mümkün.

Starbreeze Studios, Syndicate’la birlikte fena olmayan bir iş ortaya çıkarmış. En azından genel olarak FPS tarzına büyük yenilikler sunmasa da, küçük detaylar ve daha dinamik bir yapıyla eğlencelik bir oyun sunmuşlar. Alıp bitirin, co-op oynayın ama daha fazlasını da beklemeyin.

Minimum;
  • Core 2 Duo E4600 2.4GHz Veya Athlon 64 X2 Dual Core 4600+ İşlemci
  • Radeon HD 4650 1GB Veya GeForce 8800 GS Ekran Kartı
  • 2 GB RAM
  • 12 GB Harddisk alanı
Önerilen;
  • Core 2 Quad Q6400 2.13GHz Veya Athlon II X3 440 İşlemci
  • GeForce GT 545 DDR5 1GB Veya Radeon HD 4850 1GB Ekran Kartı
  • 4 GB RAM
  • 12 GB Harddisk alanı

Etiketler: , , , ,

-Blades of Time

4 yorum

2009’da çıkan X-Blades’i hatırladınız mı? Açıkçası sessiz sedasız çıkan, ortalama bir aksiyon oyunuydu. Ayumi isimli karakteri yönetip, bolca düşman kesiyorduk. Aslında Rus yapımcı Gaijin Entertainment oyunda bir şeyler denemek istemişti, hatta yapım piyasaya sürülmeden önce ilginç açıklamaları olmuştu. Ama X-Blades’te bu dediklerini bir türlü oturtamadılar. Son dönemlerde karşımıza ruhsal devamı olarak nitelendirilen bir sürü devam oyunu çıktı. Gaijin de bu duruma ayak uydurup, Blades of Time’ı geliştirdi ve piyasaya sürdü. Mart ayında konsollar için çıkan yapım sonunda PC platformuna da uğradı.

Keskin kılıçlı güzel geri döndü


Yapımda gene orijinal oyundaki hazine avcısı Ayumi’yi kontrol ediyoruz. Ayumi hazine peşinde koşarken, kendini bir adada buluyor. Ancak gizemli adanın karakterimize ilginç sürprizleri var, böylece macera başlıyor. Açıkçası oyunun konusunun derin ve detaylı olduğunu söylemek zor. Genel olarak klasik yüzeysel bir hikayeye sahip. Oyunda aslında God of War, Prince of Persia gibi oyunlardan alıştığımız bir aksiyon mekaniği var. Ayumi iki kılıcı ile birlikte düşmanları dilimlerken, diğer yandan silahı ile daha fazla can yakabiliyor. Zaten oyunun asıl merkezinde aksiyon yatıyor. Silahlarımız ve en önemlisi güçlerimiz ile farklı kombinasyonlar yapabiliyoruz.



Ayumi’nin ateş, buz gibi kullanabildiği güçleri var. Mesela çevremizde 5-6 tane düşman var diyelim. Ayumi havaya zıplayıp, yere bir anda vurduğu zaman düşmanların ayaklarında buz oluşuyor ve rakiplerimiz bir süre hareket edemiyor. Bu süre de onları biçmek için bize bir hayli yetiyor. Yapımda bu güçleri bize kazandıran heykeller var. Bu heykellere gidip, düşmanlardan çıkan veya etraftaki eşyaları yok ettikçe kazandığımız küreleri (Yani Orb) harcayıp güçleri alabiliyoruz. Her gücü farklı tuş kombinasyonları ile kullanıyoruz. Ardı ardına farklı kombineler ile birlikte oynanış zevkli oluyor. 

Bazı zamanlar çözmemiz gereken bulmacalar oluyor. Örnek verirsem misal açılması gereken bir kapı var, ama kapıyı açmak için Ayumi’nin aynı anda iki yerdeki mekanizmaya basması lazım. İşte bu durumda klonumuzu bir yere diğer yere, Ayumi’yi ise diğer yere yerleştiriyoruz ve kapı açılıyor. Ancak şunu da belirteyim, bulmacalar genel olarak kolay. Yani kafa patlatacak bir durum yok. Yapımda Ayumi’nin özel alan gücü de var. Bu özel alan içinde bazı düşmanları kesebiliyor, farklı bir boyut misali olan yerlerde rakiplerimizi aşağı alabiliyoruz. 
Bazı zamanlar çözmemiz gereken bulmacalar oluyor. Örnek verirsem misal açılması gereken bir kapı var, ama kapıyı açmak için Ayumi’nin aynı anda iki yerdeki mekanizmaya basması lazım. İşte bu durumda klonumuzu bir yere diğer yere, Ayumi’yi ise diğer yere yerleştiriyoruz ve kapı açılıyor. Ancak şunu da belirteyim, bulmacalar genel olarak kolay. Yani kafa patlatacak bir durum yok. Yapımda Ayumi’nin özel alan gücü de var. Bu özel alan içinde bazı düşmanları kesebiliyor, farklı bir boyut misali olan yerlerde rakiplerimizi aşağı alabiliyoruz.



Zaman çok önemli!

Oyunda görsel olarak ilk dikkat çeken nokta Ayumi’nin kendisi oluyor. Başkarakterin modellemesi ayrıntılı yapılmış. Ayrıca oyundaki diğer ana karakterler de bu konuda başarılı. Ama düşman modellemeleri genel olarak aynı tutulmuş. Bu durum bir süre sonra sıkıcı olabiliyor. Yapımda kaplamalar açıkçası üst düzey değil, fakat tasarımlar ve efektlerle birlikte genel olarak görsellik hoş bir sunum yapıyor. Bazı yerlerde çok abartı efektler ise oyunda göze batan kısımlardan biri. 
Oyunun seslendirmesi ise ortalama düzeylerde. Ne yazık ki Ayumi’nin fazla konuşması bunaltıcı olabiliyor. Ses efektleri ise fena sayılmaz. Müzikler de oyunun atmosferi içinde eriyip gidiyor. Çizgisel oyun yapısı sunan yapımda, bazı hatalar da var. Ama Blades of Time açıkçası zaman geçirmek için oynanabilir. Oyunun düşük sistem ihtiyacı da diğer bir artısı.

Blades of Time’da Time Rewind özelliği var. Bu özellik bizlere hem düşmanlara karşı savaşırken, hem de bazı bulmacaları çözerken avantaj sağlıyor. Time Rewind’ta Ayumi klonunu çıkartıyor. Bu klonlar ilerledikçe daha zorlu olan düşmanları daha kolay öldürmek için yardım ediyor. 

Minimum Sistem Gereksinimi
  • İşletim Sistemi: Windows XP, Windows Vista, Windows 7
  • İşlemci: Intel Pentium 4 2.6GHz veya AMD 3500+
  • RAM: 2 GB
  • HDD: 3 Gb
  • Ekran Kartı: AMD Radeon x1300 / NVIDIA GeForce 7300 GS – 256 MB

Etiketler: , , , ,

-The Darkness 2

2 yorum

Açıkçası ilk The Darkness oyununu sadece konsollara çıktığı için deneme fırsatım olmamıştı. Tek bildiğim hikayesi ve internet üzerinden izlediğim birkaç videoydu. Ancak tipik bir FPS’den daha farklı olmasıyla hoşuma gitmişti. İkinci oyunun PC için de yapıldığını duyduğumda mutlu olmuştum. Geçtiğimiz günlerde piyasaya çıkan oyunu, “Şöyle bir deneyeyim” dedim.  Sonrasında hatırladığım tek şey ise refleks olarak günışığından uzak durmaya çalışmamdı.

Estacado, Jackie Estacado

Hikayemiz ilk oyundan 2 yıl sonrasını konu alıyor. Kahramanımız Jackie Estacado, The Darkness’ın ona sağladığı güçleri kullanarak Franchetti ailesinin başındaki isim olmuş durumda. Bununla birlikte önceki oyunda öldürülen kız arkadaşı Jenny Romano’yu da aklından atabilmiş değil.




Oyun Jackie’nin karanlığın ortasında bir koltukta oturup hayatı ve The Darkness’la ilgili olarak konuşmasıyla başlıyor. Bu sahne oyun süresince karşımıza çıkıyor ve oldukça etkileyici bir görsellik sunuyor. Ardından Jackie’nin bir arabadan çıkıp lüks bir restorana girdiğini görüyoruz. İki çekici sarışınla aynı masaya oturdukdan sonra sarışınlardan birinin vurulmasıyla maceramız başlıyor. İçinde bulunan The Darkness’ı kontrol edemeyen Jackie’nin düşmanlarına korku salan ek uzuvları ortaya çıkıyor.

Soldaki uzvumuzla sağlığımızı doldurmak için düşmanlarımızın kalplerini yiyebiliyorken, sağdaki uzvumuzla ise karşımızdakilere fiziksel zararlar verebiliyoruz. Fiziksel zararlar demişken, oyun bazıları için oldukça vahşi sahneler içeriyor. Örneğin uzuvlarınızla düşmanınızı tutup ortadan ikiye bölebiliyor ya da kafasını koparabiliyorsunuz. Bunları yaparken de “essence” adı verilen puanlardan bonuslar alabiliyorsunuz. Örneğin silahlarınızla bir düşmanı öldürdüğünüzde +10 essence alırken, uzuvlarınızla vahşi bir şekilde öldürdüğünüzde +30 essence alıyorsunuz. Peki “essence” ne işe yarıyor? İşte burada oyuna eklenen RPG öğeleri karşımıza çıkıyor. Genelde RPG oyunlarında karşımıza çıkan yetenek ağacı burada da mevcut.




Yeteneklerimiz farklı dallara ayrılmış. Örneğin bir dalda kullandığımız ateşli silahlarla ilgili özel yetenekler bulunuyorken, bir diğerinde ise The Darkness’ın özellikleriyle ilgili geliştirmeler bulunuyor. Ateşli silahlar dalında daha fazla kurşun alan şarjörler ve hızlı doldurma gibi özellikler bulunuyor. Bir diğer dalda ise kalp yedikten sonra daha fazla sağlık arttırımı, kalp yedikten sonra daha fazla fiziksel zarar verebilme, özel Darkness zırhı gibi yetenekler mevcut. Bir diğer dal olan Execution (İdam) dalında ise uzuvlarınızla yaptığınız öldürme hareketleriyle verilen ekstraları belirleyebiliyorsunuz. Oyunu bitirdiğinizde bile tüm özellikleri açmış olmuyorsunuz. Ancak ilerlerken karşılaşacağınız Relic’leri (Kutsal Emanet) toplayarak +300 essence puanı  kazanabiliyoruz. Böylelikle bazı yetenekleri daha hızlıca almamız mümkün. 


Şarjör de lazım

The Darkness 2’de silahlar bir FPS oyununda olması gerektiği kadar çeşitli. Pompalı tüfeklerden, Desert Eagle gibi güçlü tabancalara, hafif makinalı silahlardan AK-47 gibi makinalı tüfeklere kadar geniş bir seçenek var. Ayrıca etrafta bulunan boru, sandalye, tüp gibi eşyaları da uzuvlarınızla düşmanlara fırlatarak çeşitli şekillerde ölmelerini sağlayabilirsiniz (En sevdiğim pervane fırlatarak ikiye bölmek) Araç kapılarını sökerek hem kendiniz için fırlatılabilecek bir eşya, hem de kalkan olarak kullanmanız da mümkün.




The Darkness, isminden de anlaşılacağı gibi ışıklı ortamlarda yaşayamıyor. Bu yüzden etraftaki ışık kaynaklarını yoketmeniz gerekiyor. Bu yüzden bazı düşmanlarınız size karşı kuvvetli ışıklar kullanabiliyorlar. Bu gibi durumlarda sadece silahlarınıza güvenmeniz gerekiyor. Bazı kısımlarda ise yanınızda gezip size hem yardım edip hem de yol gösteren Darkling’e güvenmelisiniz. Sizi durmadan “Monkey” diye çağıran ve asıl kendisi maymuna benzeyen Darkling’i bazı bölümlerde ise siz kontrol ediyorsunuz. Böylelikle oynanışa da farklı bir bakış açısı kazandırılmış.

Peki ya teknik?

Genel olarak oynanış dinamiklerinden bahsettik. Biraz da teknik açıdan oyuna bakalım. Grafikler üst düzey olmasa da sunum açısından güzel. Kaplamalarda kullanılan cel-shading tekniğiyle The Darkness 2, kaynağını aldığı çizgi roman görünüşüne yakın. Bu da her karakterin kendine has duruşu ve hareketleri olmasını sağlıyor. Genel olarak renkli bir dünyadayız. Ancak karanlıkta ilerlemek durumunda olduğumuz için renk yelpazesi de buna göre seçilmiş. Yeni bir oyun olmasına rağmen düşük sistemlerde bile rahat çalışacağından emin olabilirsiniz.




The Darkness 2’nin vurucu noktalarından biri de sesler. The Darkness’ı ünlü Faith No More grubundan Mike Patton seslendiriyor. Jackie Estacado’yu ise Brian Bloom seslendirmiş. Seslendirmeler oldukça başarılı. Hatta ofiste durmadan The Darkness gibi “Jackieeeee!” diye diye gezer oldum.  Müziklerde pek ünlü isimler görünmese de hikayeyi oldukça iyi götürüyor. Kesinlikle müzik ve seslendirmeler açısından The Darkness 2 işi götürmüş.

Gelelim çoklu oyuncu moduna. Çoklu oyuncu modu aslında hikayeyi biraz daha genişletiyor. İster  kendiniz ister arkadaşlarınızla birlikte Jackie’nin görev verdiği adamların kılığına bürünüyor ve ana hikayede görmediğiniz bazı kısımları görebiliyorsunuz. Vendetta adı verilen bu bölüm genelde silahlar üzerine odaklanmış.

Oyunu bitirdikten sonra da New Game+ seçeneğiyle yeteneklerinizi kaybetmeden tüm relic ve yetenekleri almak için baştan sonra oyunu oynayabiliyorsunuz. Ana hikayenin oldukça kısa sürdüğünü de söylemeden geçemeyeceğim.



Son sözler

The Darkness 2, FPS türüne büyük bir yenilik getirmiyor. Uzuvlar, çift elle silah kullanımı, eşyalarla düşmanlarınızı öldürmek ve yetenek ağacı, oynanışa zenginlik katan öğeler. Ancak The Darkness 2’nin asıl vurucu noktası hikaye ve hikaye anlatımı. Seslendirmelerin bu anlatımda büyük bir yeri var, ancak görsellerin de etkisini yoksayamayız. Özellikle akıl hastanesi ve en sonda karşınıza çıkacak olan cehennem bölümleri, tasarım olarak farklı bir hava katmış. Akıl hastanesi bölümünde bile uzun bir süre geçirip bütün dialogları dinleyeceğinize bahse girerim.
The Darkness 2 bir klasik değil, ancak arşivinizde olması gereken bir oyun.

Minimum:
  • İşletim Sistemi: Windows XP/Vista/7
  • İşlemci: Intel Core 2 @ 2GHz / AMD Athlon 64 X2 4200+
  • Bellek: 1.5GB RAM
  • Boş Alan: 10GB
  • Ekran Kartı: 256MB Nvidia GeForce 8600 / ATI Radeon HD 2600
Tavsiye edilen:
  • İşletim Sistemi: Windows XP/Vista/7
  • İşlemci: 2.4 GHz quad-core
  • Bellek: 2GB RAM
  • Boş Alan: 10GB
  • Ekran Kartı: 512+MB Nvidia GeForce 9800 GTX 

Etiketler: , ,

-Left 4 Dead 2

2 yorum


Ana !! Babaannem de zombi olmuş... 

“Korkuyordum, ancak elimdeki pompalı tüfek bana güç veriyordu. Dışarıdan gelen iniltiler yüzünde uyuyamıyordum. Her tarafa yayılmış, çürümüş et ve kan kokusuyla uykuya dalabilmek mümkün değildi zaten. Her an tetikte, her an ayakta olmamız gerekiyordu. Az önce arka odadan bir ses duydum, ama diğerleri bunu duymamış. Gidip baktığımızda ise her şey normaldi. Umarım buradan sağ olarak kurtulabil...”

Left 4 Dead geçtiğimiz sene çıktığında bir furyanın geri dönüşüne tanık olmuştuk. Zombiler karşımıza daha çok sinemada çıkıyordu. Fakat L4D'in çıkışıyla yaşayan ölülerin oyun dünyasını istilası da başlamış oldu

Valve’den sıcak temas!

İlk oyunun fanları, L4D2 çıkmadan tepkilere başlamış, yapımın birincisinden sonra pek fazla vakit geçmeden piyasaya sunulmasını protesto etmişlerdi. Bu konularla ilgili forumlar da oldukça tartışmalar dönmüş, Steam’de L4D2 boykot grubu bile açılmış. Birçok oyuncu, birinci yapıma çok destek verilmediğini söylemiş, hatta L4D2’nin aslında ilk oyunun ek paketinden “Tam sürüme” çevrildiğini bile iddia edenler olmuştu. Ancak Valve, boykot liderlerine oyunu test ettirmiş ve liderlerden Left 4 Dead 2’nin iyi yapıldığı konusunda açıklamalar gelmişti. Valve'ın bu yakın duruşu da oyunculardan büyük ilgi gördü.





L4D2’de yine ilk oyunda olduğu gibi dört kişiyi yönetiyoruz. Dizi sakat bir Amerikan futbolu koçu, yerel bir televizyonda yapımcı asistanı olan Rochelle, tamirci Ellis ve kumarbaz Nick kontrol ettiğimiz karakterler. İlk oyundaki 5 boss ise geri dönmüş ve yenilenmiş durumdalar. Boomer, Hunter, Smoker, Hunter ve Witch artık daha güçlüler. Yapımda 5 adet yeni ve ilgi çekici bölümü var. Oyun aslında ilkinden daha “Tam” bir oyun gibi duruyor. Takım olarak hareket etmeli, diğer takım üyeleriyle iletişim halinde bulunmalısınız. L4D’in yapay zekası olan “Director” bu sefer daha gelişmiş bir şekilde karşımıza çıkıyor ve oyunu biraz daha zor bir hale sokuyor, ancak ne kadar zor olursa o kadar eğlenceli oluyor. Her seviyeden kullanıcıların oynayabilmesine ve eğlenmesine neden olan iyi bir yapay zeka mevcut.

Mevcut değişiklikler ve yenilikler


Normal ve Expert seviyeleri dışında oyuna Realism modu eklenmiş. Bu yeni modda, takım arkadaşlarınızın siluetlerini göremiyor, ölen arkadaşlarınızı ancak bir kit yardımıyla bir kez canlandırabiliyorsunuz. Zombilerin kafalarına zarar verirseniz daha etkili oluyor ve yapımı biraz daha zorlaştırıyor.

Oyunu tek başınıza oynamak istiyorsanız yine bilgisayar kontrollü takım üyeleri yanınızda olacak. Kendi arkadaşlarınızla oynadığınız kadar eğlenceli olmayabilir, ama yine de yapay zeka iyi bir iş çıkartıyor. L4D2’yi tek başınıza oynadığınız zaman da sıkıcı bir hal almıyor. Versus modu da yapımda yeniden mevcut. 4 kişi kurtulanları, diğer 4 kişi ise virüslü boss’ları yönetiyor ve 4'e 4 maçlar yapılabiliyorsunuz. Bu modda orijinal 5 boss dışında, Scavenge modundaki bonus üç boss olan Spitter, Jockey ve Charger da ekleniyor. Örneğin Spitter'ın asit havuzu içinde bulunan kişiye zamanla yüksek bir zarar veriyor. Yeni boss’lar oyuna daha çok derinlik katarak, daha eğlendirici hale getiriyor.

Yeni bölümler 


L4D2 bir an bile rahatlamanıza izin vermiyor. Sürekli takım arkadaşlarınızla iletişim halinde olmalı, taktikler ve stratejiler üretmelisiniz. Dark Carnival'daki Roller Coaster yarışı ve benzeri bölümlerde çok daha dikkatli olmanız gerekiyor. Bölümlerden bazılarında saldırırken, bazı bölümlerde geriye çekilmeli ve defansif bir yapıda oynamanız gerekebiliyor. Bu da gerçekten zombiler tarafından etrafınızın çevrildiğinizi hissetmenizi sağlıyor.



"Yapım sesler ve müzikler açısından oldukça başarılı."

Yapımda sadece daha iyi bölümler değil, daha gerçekçi ve ayrıntılı çevre yapıları var. Eski oyundaki karanlık sokaklardan, daha renkli ve ilgi çekici bölümler sunulmuş. Ayrıca etrafta daha fazla silah ve mühimmat bulunuyor. Sanırız bunlardan en ilginizi çekecek olan ise yakın dövüş silahlarını da kullanabilmemiz. Katana ve elektrikli testere gibi yakın dövüş silahları farklı bir heyecan havası katabiliyor. Oyuna yeni eklenen bu özellikle elektrogitarla bile zombi öldürebiliyoruz. Valve hayranları ise ellerine “Levye” alarak Half-Life nostaljisi yaşayabilirler.

Sonuca gelirken…


L4D2 ilk oyundan daha iyi gözüküyor. Gündüz haritaları ve zombi animasyonlarındaki gelişmeler ilk ilgi çeken ayrıntılar. Zombilerin her yeri parçalanıyor. Sesler ve müzikler ise oldukça başarılı. Eğer takım oyununu seviyorsanız Left 4 Dead 2'yi kesin almalı ve arkadaşlarınızla oynamaya başlamalısınız. Takım oyununu bu kadar geliştiren başka bir FPS daha bulunduğunu sanmıyorum. Bu yapımı edinin ve arkadaşlarınızla eğlenceli vakit geçirmeye hazır olun.

Minimum Sistem Gereksinimleri:

  • İşletim Sistemi: Windows XP, Vista, Windows 7
  • İşlemci: 3.0 GHz Pentium 4 (Ya da daha yükseği)
  • RAM: Windows XP için 1 GB / Vista ve 7 için 2 GB
  • Sürücü: DVD-ROM
  • Sabit Disk: En az 7.5 GB boş alan
  • Ekran Kartı: Direct X 9 destekli 128 MB ya da daha yüksek, pixel shader 2.0 destekli (ATI x800 veya nVidia 6600 ya da daha yükseği)
  • Ses Kartı: Direct X9.0c destekli ses kartı

Etiketler: ,

-Mount & Blade: Warband - Napoleonic Wars

2 yorum

Futbolda nasıl Hamit, Nuri ve Arda Avrupa'daki gururumuz ise, bilgisayar oyunlarında da Mount & Blade bu sektörde ki gururumuz. Ayrıca "Yapsa yapsa anca bir Türk yapar." denilecek bir işe de imza attılar. Firma son oyunları olan Mount & Blade – With Fire and Sword'a değil, bir önceki oyunları olan Mount & Blade – Warband'e bir ek paket çıkarttılar: Mount & Blade Warband - Napoleonic Wars. Türk işte. (: Mount&Blade Warband - Napoleonic Wars'ta ufaktan oynanış ve grafiklerde geliştirme yaşanmış. En azından optimizasyon daha iyi yapılmış. Ek paketin en büyük özelliği çoklu oyuncu kısmına yönelik. Bu ek paket sayesinde yeni haritalar ve çoklu oyuncu modları eklenmiş durumda. Napoleonic Wars yaklaşık 900 MB'lık devasa bir ek paket. M&B'nin diğer oyunları bile bu boyuta ulaşmıyor. Hoş bu boyutun büyük bir kısmında müzikler yer alıyor da diyebiliriz. Zira 40'tan fazla yeni arka plan müzikleri ve her ırka özgü müzikler eklenmiş durumda. Ayrıca savaş ortasında bir evin üst katında bulunan bir piyano bile çaldım, müzik yelpazesi de genişti hani. (:


Tek başınıza böyle rahat rahat gezeceğinizi düşünüyorsanız, yanılıyorsunuz.

Mount & Blade Warband - Napoleonic Wars tabii ki sadece harita ve oyun modlarından oluşmuyor. Oyuna 5 farklı ırk eklenmiş. Bunlar: Avusturya İmparatorluğu, Rusya İmparatorluğu, Prusya Krallığı, Fransız İmparatorluğu ve Birleşik Krallık. Bu ırklar içerisinde de kendilerine özgü piyadeleri, atlı süvarileri, müzisyenleri, mühendisleri ve komutanları oluşturan birlikler mevcut. Kendilerine özgü desem de isimden öteye gidemiyor bu özgülük. Bir denge oluşturması için olsa gerek, zira bu birliklerin aralarında fark "yok" denecek kadar az. Oyuna eklenen müzisyenler, mühendisler ve topçu piyadeleri farklı bir renk katmış. Hatta mühendisler surlara dinamitler yerleştirebiliyor ya da sizin için bir siper oluşturabiliyorlar. Bu sayede stratejik avantaj yakalama şansı da elde ediyorsunuz. Son oyun olan With Fire and Sword'da kullanılan ateşli silahlar pek kullanışlı değildi. Zaten bu da oyunu ciddi şekilde zedeledi. Serinin hayranları son oyunu oynamaktansa Warband'de kalmayı tercih ettiler desek yanlış olmaz. Sanırım bu ek paketin Warband'e gelmesindeki en büyük sebep bu olabilir. Napoleonic Wars'da ise ateşli silahlar yani misket tüfeği daha kullanışlı bir hale gelmiş. Bu sefer hem ateş gücü daha yüksek hem de uzak mesafeden isabet oranı daha fazla. Fakat mermi doldururken tek bir adım dahi attırmaması biraz can sıkıcı bir durum. Zira savaşın ortasında kalakalıyorsunuz. Mermi doldururken hareketsizlik kalmak yerine daha ağır hareket imkânı sağlasa ama bu sürede mermi doldurmaya devam etse daha güzel olurdu sanırım. With Fire and Sword'da da böyleydi, neyse ki bu oyundaki misket tüfeklerinde süngü var. Bu sayede birden fazla düşmanla aynı anda mücadele etmemiz de mümkün hale gelmiş. Ayrıca oyuna yeni olarak top eklenmiş durumda. Üç farklı mermi seçeneği ile özellikle kuşatmalarda çok etkili bir silah olacaktır. Kullanılması biraz zahmetli ve uzun sürse de etkisi bunu kapatıyor. Zaten gerçeğine uygun olması için böyle olması da şart. Önce de söylediğim gibi Napoleonic Wars'ın harita yelpazesi de çok geniş, geceli gündüzlü, karlı fırtınalı, normal ve yağmurlu gibi farklı hava şartlarında da savaşabileceğiniz çok sayıda harita eklenmiş. Bu haritaları; Komutanlar Savaşı, Kuşatma, Düello, Fetih, Bayrak Kapmaca, Çarpışma, Takım Çarpışması ve Ölüm-Kalım Karşılaşması gibi modlar için dilediğiniz gibi kullanabilirsiniz.


Savaşlar oldukça hararetli geçiyor.

Mount&Blade Warband - Napoleonic Wars'da yine diğer oyunlarda da bulunan "hızlı savaş" kısmı mevcut. Çoklu oyuncu kısmından sıkıldıysanız ya da "benim ordum üzerime doğru gelen bir orduya emrimle ateş etsin" istiyorsanız bu kısım size uygun olacaktır. Fakat hızlı savaş kısmında farkı tip oyun modu seçemiyorsunuz. Yalnızca meydan çarpışması yapabiliyorsunuz. Son olarak Napoleonic Wars, Warband'in çoklu oyuncu kısmı için daha da geliştirilmiş hali diyebiliriz. Farklı tip oyun modları, farklı karakter tipleri ve farklı birlik seçeneğiyle Warband'de çoklu oyuncu kısmına doymamış ya da doymak üzere olan arkadaşlar için yeni bir soluk oluşturacaktır. Eğer elinizde Warband var ise ve 15 liranızda varsa bu oyunu kaçırmayın derim. Zira 200 kişilik bir kale kuşatma oyununu başka hangi oyunda bulabilirsiniz bilmiyorum. (: Oyunun yine Türkçe olduğunu da hatırlatayım.


Sistem Gereksinimleri
  • Sabit Disk Alanı: 1500 MB
  • Ekran kartı : 128 MB
  • RAM:    1 GB
  • İşlemci: 2.1 GHz veya üstü
  • İşletim Sistemi   : Windows 2000/ME/XP/Vista/Windows 7