Etiketler: , , , ,

-The Witcher 2 : Assassins of Kings

0 yorum

Rivialı Geralt’ın ilk macerası olan The Witcher, RPG türüne getirdiği yenilikler, karizmatik karakterleri ve etkileyici hikayesiyle yıllar önce PC oyuncularına büyük bir sürpriz yapmıştı. Kimse, Polonyalı bir firmadan bu denli büyük bir hit beklemiyordu. İçerdiği her özelliği ile ayrı bir fenomen olan The Witcher, soru işaretleriyle dolu finali ve yarım kalan öyküsüyle oyuncuları meraklı bir bekleyişe itti. Nihayet CD Projekt, yeni oyunu geçtiğimiz yıl duyurdu ve Geralt fanlarına sonsuzluk gibi gelen bir bekleyiş sonrasında The Witcher 2: Assassins of Kings raflarda yerini aldı.

Bu yıl RPG alanında yaşanan bazı hayal kırıklarının ardından umutlar tükenmeye başlamışken, The Witcher 2 ile birlikte PC oyuncuları uzun zamandır bekledikleri o kompleks, bol entrikalı, görsel yönden zengin ve zorlayıcı RPG deneyimiyle karşı karşıya

 İnsan mısın Sen Geralt?

The Witcher evreninde genlerinde biraz büyü, bolca kimyasal bulunan ve toplumda insan olarak görülmeyen, tek işleri canavar avlamak olan karakterlere “witcher” ismi veriliyor. Kahramanımız Geralt da bunlardan bir tanesi; ancak o sıradan bir witcher değil; kimileri tarafından Beyaz Kurt (White Wolf), kimileri tarafından da Rivialı Geralt olarak bilinen, adeta bir yaşayan efsane. Ancak her oyun karakterinin yaşayabileceği talihsizlikler sonucunda Geralt, kralın ordusuyla “papaz oluyor” ve zindana atılıyor.
Dragon Age 2’yi fazlasıyla andıran bir giriş sahnesiyle start alan The Witcher 2 (TW2), ilk bölümünde Geralt’ın o günün hemen öncesinde olanları kısaca özetlediği bir flashback ile oyunun mekaniği ve oynanış sistemi hakkında gerekli bilgileri vermeye çalışıyor… “Çalışıyor” diyorum, çünkü CD Projekt herkesin ilk oyunu zor seviyede bitirdiğini göz önüne alan bir “tutorial” bölümü hazırlamış. Ekranda çok fazla şey olup bitiyor ve yenilenen dövüş mekaniğine alışmak için ekranda beliren ipuçlarından fazlası gerekiyor. Bu nedenle The Witcher 2’yi oynayacaklara ilk tavsiyem, kitapçığında oynanışla ilgili yazılan kısımları dikkatlice okumaları olacaktır. Zira The Witcher 2, gerçekten de hardcore RPG oyuncuları için hazırlanmış.



Örneğin ilk bölümde ejderha ateşiyle nasıl baş edeceğinizi keşfetmek bile bir hayli zamanınızı alabilir; şahsen benim bulduğum çözüm, en başta aktif olan büyüyü ilk oyundan hatırladığımız ve koruyucu etkileri olan Quen olarak ayarlayıp, ateşe atlamadan önce bu büyüyü kullanmak oldu.

Topla, Tüfekle, Ağır Sanayi Hamlenizle Gelin!

Geliştirici ekip CD Projekt’ten bir zat, TW2’yi hazırlarken geçtiğimiz yıllarda PS3’te büyük yankı uyandıran Demon’s Souls adlı oyundan etkilendiklerini söylemişti. Geralt’ın yeni macerasına attığınız ilk adımlarda, bu söylemin doğruluğunu teyit etmeniz mümkün. TW2’nin, The Witcher 1’i oynayanlar için bile biraz karmaşık bir yapısı var. Daha doğrusu, ilk yapımda Geralt’ın sahip olduğu yakın dövüş, iksir, bomba ve sihir gibi donanımlardan istediğinizde ustalaşıp, geri kalanını kullanmadan bile macerayı tamamlamak mümkündü.



Bu sefer ise ilk bölümlerden itibaren yakın dövüşte Ninja Gaiden oynar gibi çevik, büyü kullanımında Neverwinter Nights kadar isabetli, bomba ve tuzaklarda ise bir Thief oyuncusu kadar taktik yeteneğe sahip olmanız gerekiyor. Fazlasıyla detaylı hazırlanan dövüş mekaniği, böylece tam verimiyle kullanılmış ve gerçek bir RPG/aksiyon deneyimi sunulmuş oluyor.
Oynanışa dair yapılan değişiklikler arasında güçlü ve zayıf vuruş kombinasyonları, dövüş esnasında iksir kullanmanın kaldırılması, dilediğimiz zaman meditasyon moduna geçiş imkanı ve büyülerin ya da tuzakların hızlı seçimi için bir “wheel” tuşu koyulması şeklinde özetleyebiliriz. Ctrl tuşuna basınca açılan bu wheel penceresi ile oyun yavaşlıyor ve gerekli büyüyü/tuzakları seçmek için size zaman tanıyor. Bu aslında biraz da konsola geçişi kolaylaştırmak için yapılmışa benziyor; The Witcher 2 joystick desteği de sunuyor. Ancak bu konuda biraz daha iyileştirme yapılması yerinde olacaktır; zira Xbox 360 kontrolörüyle yaptığım denemelerde özellikle bitki toplarken hassasiyet konusunda sıkıntı yaşandığını gözlemledim.

Triss Yenge'de Taş Gibiymiş…

The Witcher 2’nin henüz ilk dakikalarında karşımıza ilk oyundan tanıdık bir yüz çıkıyor; Geralt’ın güçlü ve gizemli büyücü yavuklusu Triss Merigold. Triss’in anadan üryan vücuduna bakarak bile (öhm), CD Projekt’in görsel güzelliklere ne kadar önem verdiğini anlayabiliyoruz. Şaka bir yana, Dragon Age 2’de arayıp, tam anlamıyla bulamadığımız ne varsa The Witcher 2: Assassins of Kings’te bizi bekliyor. Oyun gerek karakter modellemeleri, gerekse çevre ve manzara tasarımları açısından şaheser niteliğinde. Tek sorun ise, tüm bunları görüntülemek için fazlasıyla güçlü bir sisteme ihtiyaç duyması. Kral Foltest’in ordusunun mevzilendiği ovadan, sonraki bölümlerde girilen iç mekanlara kadar pek çok yerde detay arttıkça, FPS oranınız düşüş gösterebilir.
Yakında gelecek güncellemelerle TW2’ye biraz daha optimizasyon yapılabilir, ancak şimdilik oyunu başlatmadan önce ekran kartı sürücünüzün en güncel sürümde olduğundan emin olun. CD Projekt’in üzerinde bu kadar uğraşıp meydana getirdiği görsel şaheserlerin hakkını vererek oynamanın tadına her RPG oyuncusu varmalı. Öte yandan, oyunu küçük ekranlarda oynamamanızda fayda var. Zira ekranda aynı anda çok fazla şey olup bitiyor ve 15 inçlik bir dizüstü bilgisayar ekranında The Witcher 2 oynamak, iPhone’da sunum hazırlamak kadar meşakkatli olabiliyor.



Temeria’da Macera Bitmez

Geralt’ın ilk macerasını tamamladığınıza dair elinizde bir belge varsa, örneğin The Witcher’a ait bir kayıt dosyası gibi, önceki oyundaki eşyalarınızı The Witcher 2’nin başında sırt çantanızda bulabilirsiniz. Zırh, kılıçlar ve bazı büyü kitapları, Geralt’ın “eski tanıdıklarına” CD Projekt’in kıyağı oluyor. Parçalarını bulmak için zamanında Temeria’nın altını üstüne getirdiğim Raven Armor’u inventory ekranında görmek gerçekten hoş bir sürpriz oldu.
Sadece yakın dövüş ve büyü değil; yeri geldiğinde bomba, yeri geldiğinde tuzakları, kısacası zekanızı da kullanarak rakiplerinizi alt etmekten keyif alabileceğiniz bir RPG arıyorsanız, The Witcher 2 tam sizin kaleminiz. Görsel kalitesi, yine entrikalarla dolu sürükleyici hikayesi ve yeteneklerinizi sınayacak oyun mekaniğiyle TW2 ile özlediğiniz RPG deneyimini yaşayabilirsiniz. Ancak donanım özellikleriniz sadece “minimum gereksinimleri” karşılıyorsa, görsel ayarlardan yapacağınız kısıtlamalar ile beş yıl öncesine ait grafiklerle bu macerayı yaşamanız gerekeceğini de belirtmekte fayda var.

Miminum Sistem Gereksinimleri:
  • İşletim Sistemi: Windows XP SP2 / Windows Vista SP2 / Windows 7 (32/64-bit)
  • İşlemci: Intel Core 2 Duo 2.2 Ghz veya AMD Athlon 64 X2 5000+
  •  Bellek: Windows XP için 1 GB / Windows Vista ve Windows 7 için 2 GB
  • Ekran kartı: Pixel Shader 3.0 destekli 512 MB RAM'li ekran kartı (Nvidia GeForce 8800 veya ATI Radeon HD3850
Tavsiye edilen sistem gereksinimleri:

  •  İşletim sistemi: Windows XP SP2 / Windows Vista SP2 / Windows 7 (32/64-bit)
  • İşlemci: Intel Core 2 Quad veya AMD Phenom X4
  •  Bellek: Windows XP için 3 GB / Windows Vista ve Windows 7 için 4 GB
  • Ekran Kartı: Pixel Shader 3.0 destekli 1 GB RAM'li ekran kartı (Nvidia GeForce GTX260 veya ATI Radeon HD4850)
Ek olarak:
  • Ses kartı: DirectX 9.0c uyumlu ses kartı
  • Sabit Disk: 16 GB boş alan
  • Disk Sürücüsü: DVD x8, DVD9 uyumlu
Ayrıca oyun Xbox 360 for Windows kumandasını da destekleyecek. 

Etiketler: , , , ,

-Pes 13

0 yorum

 Evet, an itibari ile çıkan PES2013 demosunu kaptığım gibi yükledim. Ne de olsa Konami bizlere PES2012'den daha kaliteli ve daha oynanabilir bir PES yapmak istediğini söylüyordu FIFA mağlubiyeti sebebiyle. Ama gelin görün ki Konami isteneni verebilecek bir PES yapamamış, tabii bu hala demo sürüm,girerken de yazıyor "nihai ürünü yansıtmaz".

Yok arkadaş, menüler değişik

Gerçekten de öyle, menüler hakikaten PES 2012'den değişik. Açıkçası Konami PES 12'nin demosunu transferleri yapılmış bir şekilde önümüze koysaydı anlamazdık herhalde bunun bir önceki oyun olduğunu. Çünkü oyunda menüler dışında her şey PES 12'nin aynısı.

PES 12'deki gibi Türkçe dil desteği barındıran demoya giriş yaptığımızda bizi Portekizli yıldız Cristiano Ronaldo karşılıyor. Hemen bir tuşa basıyor ve PES menüleriyle karşılaşıyoruz. Demo sürüm olduğundan sadece "Gösteri maçı", "Brezilya kupası", ve "Seçenekler" sekmeleri yer alıyor.



Eğer siz de hemen maç yapmak isterseniz karşınızda sadece dört milli takım göreceksiniz: İtalya, Almanya, Portekiz ve İngiltere. Takım seçme menüsü de değiştirilmiş PES 12'ye oranla fakat özelliklerin hiçbirinde değişiklik yok. Burada söyleyebileceğim tek şey forma seçim şekli biraz da olsa kolaylaştırılmış. Formalar bizler için numaralandırılmış biz de numaraya göre forma seçmiş oluyoruz. Akabinde yapacağımız oyuncu değişiklikleri de PES 12 ile tıpatıp aynı. Ama taktiksel olarak bir değişiklik bulunuyor ki o da Konami'nin PES serisine PES 2013 ile eklediği bir özellik "elle (manuel) şut ve pas" özelliği. Bu özelliklerin de taktiği yapıldıysa artık maça başlıyoruz.

Düdük çaldı ve maç başladı!


Ve ilk düdükle başlayan maçın ardından kafalara gelen şey yine aynı: “Abi, PES 2012 bu!”

Oyunun grafikleri PES 2012 ile çok fazla benzerlik gösterse de Konami'ye haksızlık etmeyelim,  biraz ekleme yapmışlar. Grafikler biraz daha yumuşatılmış, biraz daha FIFA havası katılmış sanki. Grafikleri bitirince hemen oynanışa geliyorsunuz ki belki de bir yaş büyük ağabeyinden demosunda en fazla fark ettiren şey, geliştirilmiş oynanış dinamikleri. Oynadığım maçlarda PES 2012'deki gibi adamların saçma saçma yerlerden, imkansız denecek pas attıklarını göremedim, aksine PES 2013'ün daha oturmuş bir yapısı vardı. 

Belki bunda 2012'ye oranla geliştirilmiş olan yapay zekanın da rolü büyüktü. Yapay zeka demişken ikili mücadelelerdeki gelişmenin de hakkını vermek gerek. En az gerçeği kadar çetin geçiyor omuz omuza mücadeleler. Biri ittiriyor, tam düşecek gibi olurken kalkıyorsunuz siz onu düşürüyorsunuz, yani gayet güzel. Demo sürüm olduğu için pek fazla ikili mücadele animasyonu görmesem de iyi olacağını söyleyebilirim. Yalnız taraftarlardan yine hayır yok bilginize




Son sözler

Aslında bana kalırsa 2006 yılından beri değişmeyen tipik bir PES daha göreceğiz. Ufak değişimlerle Konami gene göz boyamaya çalışıyor. Ama PES'in yeri kalplerimizde ayrıdır onu da belirtelim. Bugün bir PS3 kafeye gidildiğinde direk hangi oyun sorulur? Hangi oyun arkadaşlarla toplanıp oynanır? Tabii bu sorular FIFA'nın kendini çok geliştirdiği gerçeğini değiştirmiyor ama bize PES'in 2006 ve öncesindeki başarılı dönemine dönmesi için umut veriyor...


Etiketler: , , , , ,

-The Elder Scrolls V: Skyrim

3 yorum


1995’ten bu yana son zamanlar hariç yoğun bir şekilde içinde bulunan birisi olarak RPG türünün giderek büyüyen bu gelişimi beni oldukça sevindiriyor.  Her ne kadar geçmişi de sağlam olsa Baldur’s Gate ile bir üst seviyeye geçen bu tür kısa zamanda oyun dünyasının temel yapı taşlarından birisi haline geldi.

Belki bu açılışı diğer Bethesda oyunlarında da yaptım ancak nedense her Bethesda RPG’sini oynadığımda, bir şekilde kendimi bu tarz şeyleri anlatmak zorunda kalmış olarak buluyorum. Ancak bu sefer fazla uzatmayacağım ve hemen konuya gireceğim.

Evet sevgili okurlar, artık Skyrim aramızda. Hatta onu iki gündür aralıksız oynadığınıza eminim. Sinirinize dokunan yanları, gözünüzün görmek istemediği ufak hataları ve bazı eksikliklerine rağmen onu cuma gününden itibaren aralıksız oynayan kaç kişi var? Eğer şimdi içinizden “Ben” diyorsanız bilin ki yalnız değilsiniz. Sizin gibi milyonlarca insan da bu soruya aynı cevabı verirdi. Çünkü Syrim mantık ya da teknik, ne olursa olsun bütün eksikliklerini göz ardı etmenizi sağlayan bir atmosfer ile Elder Scrolls serisine yeni bir mevsim yaşatıyor.

Batının çocuğu kuzeye taşınınca

İlk başta hemen söyleyelim de aradan çıksın; Skyrim gerçekten muhteşem olmuş. Evet, bazı görsel eksikliklerinin yanında yukarıda da değinmeye çalıştığım gibi mantıksal hataları da mevcut zaten o yüzden “mükemmel” olmamış ancak muhteşem olduğu kesin.

Oyun yüklenirken kendi kendime kim olayım diye düşünüyordum. Muhtemelen Oblivion’daki karakterimi burada oluşturup yine hırsızlık dünyasında kral olmaya devam edecektim.  Karakter yaratma ekranında bu düşünce ile Khajiit ırkını seçip yeni Whisper adlı karakterimi yaratırken bir anda gözüme Redguard çarptı, sonra Argonian, sonra Elf’ler ve işte daha o anda yeni oyunun çok ama çok uzun süreceğini fark ettim.




Yapımcıların ne dediği, kaç saatlik eğlence vaadettikleri önemli değil. Bir oyundan sıkılırsanız o oyun sizin için bitmiştir, nokta. Oynanışı ister 100 saat sürsün ister yılarca, eğer sürekli aynı şeyleri yapıyor ve artık bir döngü içinde olduğunuzu hissediyorsanız o oyunun size vereceği fazla birşey kalmamıştır demektir. Hoş bu durum aslında belki oyunların %99’u için geçerli. Elinde sonunda bir noktadan sonra aynı şeyleri yapmaya devam ediyorsunuz, fakat burada iyiyi kötüden ayıran şey sanıırm, o noktaya ne kadar zamanda gelip o noktadan sonrasına ne kadar katlanılabileceği. Neyse konudan çok fazla uzaklaşmayalım.

Dediğim gibi oyun yüklenirken aklımda Khajiit’im Whisper ile kuzeyin bu buzlu tundrasında gecelerin kralı olma fikri vardı. Önce bir şekilde Dark Brotherhood’u bulacak orada ün salıp en iyisi olacak sonra da Hırsızlar Loncası’nda harikalar yaratacaktım. Suikastlar düzenleyecek, malikaneleri soyacak hatta ilerleyen zamanlarda Skyrim kralları üzerinde cepçilik bile yapacaktım. Fakat ırk seçiminde gözlerim Redguard’a takıldı ve bir anda bütün planlarım altüst oldu. 


Sonunda insan yapmayı becerdin Bethesda

Morrowind, Oblivion, Fallout, Fallout: New Vegas. Bütün bu oyunların kendilerine has artıları ve eksileri olsa da hepsinin ortak bir zayıf noktası vardı ki o da Gamebryo motoru. Bu motor bizlere bir türlü düzgün bir insan oluşturmayı beceremiyor ve her yeni oyunda gelişeceğine sürekli yerinde kalıyor hatta ufak bir kaç adımla geriye bile gidiyordu.

Her ne kadar Morrowind ile Oblivion arasında teknik anlamda büyük bir ileriye zıplama olsa da ikisinin de temelinde aynı sistem yattığında bu sorun yıllar boyunca varlığını sürdürdü. Tamam eskiden bu tarz problemleri “Zamanın teknolojisi buna yetiyor” “Adamlar yeni motor ile uğraşıp zaman kaybetmek istemiyorlar” veya “Abi önemli olan grafik mi yoksa atmosfer ve oynanabilirlik mi?” gibi şeylerle gözardı edebiliyorduk. Ancak Bethesda RPG’leri sürekli aynı görsellikle devam ederken diğer RPG oyunları (Dragon Age, Mass Effect) oynanışları yanında görselliklerini de oldukça güzel seviyede karşımıza çıkartınca hayranları bir noktadan sonra çocuğunu azarlan bir anne edasıyla Bethesda’ya kızıp “Sen neden onlar gibi olamıyorsun?” sorusunu sormaya başladı. İşte sürekli azarı yiyen o çocuk da kendisinden bekleneni yaparak bu ünlü seriyi yeni bir çağa soktu; Creation Engine çağına.

Todd Howard her ne kadar “Yeni oyunda Morrowind ile Oblivion arasındaki kadar bir grafiksel sıçrama olmayacak, daha çok Oblivion’un geliştirilmiş hali olacak” dese de bana göre  Skyrim’in görsel sunumu Oblivion’un da üstünde. Benim bahsettiğim şey ağaçların rüzgarda sallanması, yerdeki taşların dokularının ne kadar gerçekçi göründüğü veya suyun üzerindeki yansımanın güzelliği gibi şeyler değil. Benim bashettiğim şey oyunu oynaren kendinizi kuzeyde hissetmeniz, yeni bir kültürün içine girdiğinizi iliklerinize kadar fark etmeniz, Whiterun’ın da Solitude’un da “şehir” olarak geçmesine rağmen Solitude’un daha bir şehir, Whiterun’ın daha bir garnizon/kasaba karışımı bir yer olduğunu hissetmeniz. Riften’e ilk adımınızı attığınızda burada gölgenize bile güvenmemek zorunda olduğunuzu kendi başınıza anlamanız. Benim bahsettiğim o soğuk tundra rüzgarını sanki gerçekten yüzünüze çarpıyormuşcasına  hissetmeniz.




Varsın dağlar çok gerçekçi olmasın, varsın suda herşeyin yansıması bulunmasın, varsın uzaktaki nesneler çok yakına gelince belirir olsun (kaldı ki bu sorunların çoğunu grafik ayarlarında en yüksek yaptığınızda gideriyorsunuz), Skyrim’in en güzel yanı ne biliyor musunuz? Geçen sefer Cyrodill’de miydim bilmiyorum ancak bu sefer kesinlikle kuzeyin bu görkemli çocuklarının arasında gezdiğimi hissettim. İşte Skyrim’in en güzel yanı da buydu.

Kadı kızı ile Şam’da kayısının hikayesi

Hazır oyunun teknik yanına girmişken buradan devam edelim. Kim ne derse desin benim için şu bir gerçek ki Skyrim ile Oblivion arasında görsellik açısından oldukça büyük bir fark var. Elbette bunların en başında karakterlerdeki fiziksel gelişmeler geliyor.

Hala New Vegas’taki o karakter yaratma ekranında pörtlek gözlü, uzaylı-insan-radyoaktif varlık karışımı karaktler gözümün önüne geliyor da geçen bir sene içinde Bethesda oyunlarında nereden nereye geldiğimizi çok iyi anlıyorum. Artık konuştuğunuz kişiler, ki bu gerek insan olsun gerek Argonian, Khajitt veya Elf, onların neler hissettiğini yüzlerinden ciddi anlamda fark ediyorsunuz. Elveneceğiniz kadını son anda rahip önünde reddettikten sonra onun ağlamak üzere olan ancak gururundan dolayı kendini tutan o ifadesini yüzünde birebir görebiliyorsunuz. Kaplamaların kalitesini resimlerden bile farkedebiliyorsunuz. Mimikler, dudak hareketleri, bakışlar hepsi ciddi anlamda büyük bir gelişme göstermiş durumda.

Hiç mi esksik yanı yok? Elbette var hem de olması gerektiğinden fazla. Hanlarda ateşin üzerinden yürürken size hiçbir şey olmaması, gölgelerin orta grafik seviyesinde garip dalgalanmaları, seslerde zaman zaman oluşan senkron sorunları, arada bir animasyonlarda oluşan gariplikler mevcut. Tıpkı bütün oyunlarda olduğu gibi. Ve tıpkı bütün oyunlarda olduğu gibi bunların hepsi yamalarla giderilebilcek sorunlar. 

Müzikler eski oyundan ezgiler taşısa da atmosferi yansıtan cinsten. İçinde bulunduğunuz duruma ve mekana göre çok güzel senkron oluyor. Riften gibi pis bir şehirde içinizi ürpertirken, Windhelm’de yumuşak ezgiler kulağınızı mest ediyor. Sesler, dediğim gibi bazı ufak problemlerin yanında oldukça iyi hazırlanmış. Nitekim ses aktörleri arasından Christopher Plummer, Joan Allen, Vladimir Kulich, Max von Sydow, Michael Hogan gibi usta isimler var. Hatta bir ara Jeremy Irons’ın bile sesini duyduğumu sandın ancak listede göremeyince oldukça benzer birisi olduğunu anladım.

Şimdi sizlere şunu belirtmek istiyorum. En sevdiğiniz RPG oyununu bir düşünün, onun grafiklerini iyice aklınızdan bir geçirin. İyisiyle kötüsüyle bütün her şeyini adil bir şekilde tartın ve o oyundaki teknik hatalar ile Skyrim’deki teknik hataları karşılaştırın. Göreceksiniz ki o kadar büyük farklar bulamayacaksınız. Dolayısı ile yazının sonunda grafik puanına baktığınızda hemen hüküm vermeyin.

Nitekim o puan sadece yere düşen taşın o sırada script olarak orada bulunan bir adamın içinden geçmesini veya kapıya on adım kala kapı önündeki nöbetçinin belirmesini göze alarak değil, bunların yanında sizi oyunun içine ne kadar dahil ettiğine bakılarak, atmosferi ne kadar yaşamanızı sağladığı göz önüne alınarak veya karşınızdaki kişinin duygusunu ne kadar hissettiğiniz hesaba katılarak verildi.

Ben hırsız olacağım dedim babam zorla savaçı yaptı

Her neyse bu kadar teknik özellikten bahsetmek yeter. Zaten çok da sevmediğim bir konu, özellikle de konu RPG oyunu olunca. Bu arada biz nerede kalmıştık?

Ah evet, Redguard.

Aklımda Khajiit ve gönlümde Thief varken bir anda karşıma çıkan yeni Redguard tasarımı, ne yalan söyleyeyim, aklımı başımdan aldı. Normalde RPG oyunlarında savaşçı karakteri daha sonraki oynayışlarımda seçerim ancak bu arkadaşı gördüğümde bir anda “Ben önce milleti bir kılıçtan geçireyim de sonra gölgelerde saklanırım” fikri oluştu ve bir savaşçı olarak oyuna başladım.

Karakter yaratma ekranındaki seçenek bolluğu bu tür oyunların olmazsa olmazından. Sağolsun BioWare sayesinde yıllarımızı geçirdiğimiz bu ekran Skyrim’de de bol seçeneklerle karşımıza çıkıyor. Fakat bazı oyunların aksine Skyrim’de bu kısım çok da abartılmamış. Pek çok seçenek ve buna bağlı olarak oluşturulabilecek yüzlerce kombinasyon olsa da tatmin edecek sayıda seçenek sunulmuş. Dolayısı ile sevdiğiniz, benimsediğiniz karakteri kısa bir sürede oluşturabiliyorsunuz.




Zaten karakter yaratma ekranı da bu kadarla kalıyor. Irkınızı seçip onun şeklini şemalini değiştirdikten sonra karakterinizin adını giriyorsunuz ve bitiyor. Sonrasında size yetenek kısımları, hangi tanrıya inandığınız, sınıfınızın ne olduğu gibi klasik sorular sorulmuyor. Skyrim’de neye inandığınızın bir önemi yok, tıpkı mesleğinizin ne olduğu gibi. Artık yeteneklerinizi listeden seçerek değil onları uygulayarak veriyorsunuz. Aklınızda savaşçı olmak mı var? O zaman elinize bir silah alıp zırhınızı kuşanıyorsunuz ve milleti kesmeye başlıyorsunuz. Sıkılıp kendinizi büyüye mi vermek istediniz? O zaman silahınızı yanınızda taşıyıp gelen düşmanları ateş topuyla yok etmeye başlıyor sıkıştığınızda eski güzel kılıcınıza sarılıyorsunuz. Zaten bir süre sonra büyüde de ustalaşınca kılıcınızı evinizin duvarına asıyorsunuz.


Oyunda bildiğiniz gibi level scalling dediğimiz seviye sistemi de Oblivion’dan farklı bir hale getirildi. Eski oyunda herkes sizinle birlikte seviye atlıyordu ancak yeni oyunda herkes kendi seviyesinde. Dolayısı ile daha oyunun en başında sizi tek hamlede indiren bir düşmanla karşılama olasılığınız mevcut.

Oblivion’da sınıf seçiminden dolayı bazı yetenekler ana yetenekleriniz olarak belirlenip onlarda ustalaştıkça seviye atlıyordunuz. Yani bir hırsız, ağır zırh yeteneğini geliştirse de pek birşey değişmiyordu. Skyrim’de sınıf diye bir kavram olmadığı için artık herhangi bir yetenekte ilerlediğiniz zaman seviye atlıyorsunuz.

Yeni seviyeye geçtiğinizde ise yapmanız gerekenler çok basit. Öncelikle Health, Magicka veya Stamina’dan hangisini arttırmak istediğinizi seçiyorsunuz. Seçtiğiniz özellik on puan artıyor. Ardından DİLERSENİZ yeteneklerinize bir tane perk yani bir nevi avantaj ekleyebiliyorsunuz. Her yeteneğinizin içinde o yeteneği daha iyi kullanmanızı sağlayacak birkaç perk mevcut ve seviye atladıktan sonra oyunu nasıl oynamak istediğinize bağlı olarak size uygun yeteneğin içindeki bu perklerden seçecerek karakterinizi daha da iyi duruma getiriyorsunuz.

Örneğin; bir savaşçısınız diyelim. Kılıç ve kalkan kullanıyorsunuz. Güçlü bir yaratıkla savaştınız ve bu sırada tek el kullanılan kılıç özelliğiniz (One-Handed) 19’dan 20’ye çıktı. Bunun sonucunda da seviye atladınız. Hemen Tab tuşuna basarak oyunun menüsüne gelip Level Up ekranına geliyorsunuz (aynı zamanda yetenek ekranı).

Önce Health, Stamina veya Magicka’dan bir tanesini seçip onu 10 puan arttırıyorsunuz. Ardından elinizde bir tane perk seçme hakkınız bulunuyor. Şimdi dilerseniz bu perk’i  hemen kullanabilir, dilerseniz sonraya saklayabilrsiniz. İlkini seçecek olursanız o zaman on sekiz yetenekten bir tanesine geliyorsunuz ve buradaki perk’lerden bağlı olduğu yeteneğin seviye puanını karşılayabilecek olan  bir tanesini seçebiliyorsunuz.

Örnekten devam edecek olursak tek el kılıç yeteneğiniz 20 olduğunda bu yeteneğe bağlı on perk’ten yalnızca yetenek gerekliliği 20 ve altında olan perkleri seçebiliyorsunuz. 40 olduğunda bu sefer 40 ve altı yetenek puanları isteyen perk'leri seçiyorsunuz. Bazı perkler bir kere seçilirken bazıları birkaç kere seçilme özelliğine sahip. Elbette bu tür perk’lerin her yeni seçiminde istenilen yetenek seviyesi de artıyor.




Yeni sistem eskisine oranla daha etkili olmuş. Her şeyden önce oyunda çok daha hızlı seviye atlıyorsunuz. Ben 3-4 saat hiç savaşmadan oynamama rağmen bu sürede iki sevye atladım. Elbette burada önemli olan sizin bu oyunda ne olmak istediğiniz, çünkü oyun bunu sizin için seçmiyor. Her ne kadar Skyrim’de savaşçı, hırsız ve büyücü olarak üç ana sınıf mantığı bulunsa da bunlar sadece belli şeylerin daha kolay anlaşılması için isimlendirmek veya sınıflandırmak amacıyla yapılmış.

Örneğin Guardian Stone’lar. Skyrim üzerinde yeteneklerinizi arttıran Guardian Stone adında taşlar mevcut. Bunların bazıları savaşçı, büyücü veya hırsız olmak isteyenin kullanacağı yeteneğine bonus verirken bazıları da etraftaki ölüleri diriltip bir süre sizin için savaşmalarını sağlamak gibi değişik yetenekler veriyor. Ancak bu taşların yeteneğini bir kere alabiliyorsunuz ve her yeni yetenek bir öncekinin yerine geçiyor. Bazıları pasif olarak sürekli kullanımdayken, misal savaçının %10 daha fazla kritik vurma şansı, demin bashettiğim ölüleri diriltme gibi yetenekler günde bir defa kullanabildiğiniz şeyler oluyor.

Bu zamanda tek iş ile geçinilmiyor
Skyrim her ne kadar kahramanlık oyunu olsa da onu bir hafta boyunca hiçbir mağaraya giremeden veya görev tamamlamadan oynama imkanınız var. Tamam, bu kulağa eğlenceli gelmiyor belki ancak oyunun size sundukları arasında bu da mevcut. Oyunda demicilikten, simyacılığa kadar pek çok meslek seçeneği bulunuyor. Hatta bunlar arasında odunculuk bile mevcut. Bir oduncu baltası alıp sürekli odun kırarak geçinebilirsiniz. Zaten Speech yeteneğinde bulunan Investor perk’i de bunu kanıtlıyor. Speech yeteneğinizi belli bir seviyeye geliştirdikten sonra bu perk’i aldığınızda dükkanlara yatırım yapabiliyor ve bu şekilde hem onların kazanmasını sağlıyorsunuz hem de siz ek gelir elde edebiliyorsunuz. 

İtiraf etmeliyim ki bu zaman kadar oynadığım oyunlarda, buna WoW’da dahil, crafting olayına hiçbir zaman ısınamadım ve özen de göstermedim. Bu zamana kadar da hiç ihtiyaç duymadım. Skyrim’de de çok ihtiyacım olan bir özellik değildi ancak bir süre oynadıktan sonra bilinçsiz bir şekilde Redguard’ım ile Smithing özelliğine yatırım yaptığımı fark ettim. Sürekli olarak öldürdüğüm hayvanların derisini toplayıp onları tabakhanelerde işliyor, demir ve çelik külçeleri bulduğumda seviniyordum.

Oyunda simyacılık yeteneği de biraz değişime uğramış. Etraftan topladığınız tüm maddelerin dört özelliği bulunuyor ancak başlarda bunların ne olduğunu bilmiyorsunuz. Bu mazlemelerin artılarını ve eksilerini deneme yanılma yöntemi ile buluyorsunuz. Bir simya masasına geldiğinizde mazlemelerden en az ikisini, opsiyonel olarak üçüncüsünü birleştirdiğinizde çoğu zaman başarısız oluyorsunuz ancak bir süre sonra hangi otun neye yaradığınız, hangi tozun ne için kullanıldığını öğrendiğinizde çatır çatır iksir ve zehir oluşturmaya başlıyorsunuz.

Tıpkı Oblivion’daki gibi Skyrim’de de ev sahibi olma imkanınız mevcut. Hoş 2008’deki mortage krizi oyunu da vurmuş gibi nitekim daha ilk gittiğiniz şehirde bile size 5000 altın fiyat çekiyorlar ancak evinize sahip olduktan sonra düzenli bir hayata geçiyor ve oyuna daha da fazla adapte olmaya başlıyorsunuz. Hele bir de evlenirseniz işte o zaman tam oluyor.

Skyrim ayrıntılarda gizlidir

Evlenmek demişken bunun da nasıl yapılacağını sizlere kısaca anlatayıp. İlk başta Riften’e gidip Bee and Barb hanında veya Temple of Mara’da bulunan Maramal ile konuşuyorsunuz. 200 altın karşılığında ondan Amulet of Mara adlı kolyeyi alıyorsunuz. Bundan sonra gözünüze kestirdiğiniz müstakbel eşinizin yanına gidip kolye boynunuzdayken konuşmaya başlıyorsunuz ve yeni çıkan “Benim gönlüm sende kaldı” tarzı  bir seçenek ile mutlu bir birlikteliğe ilk adımı atıyorsunuz. Bundan sonra yapmanız gereken şey tekrar Riften’e dönüp Maramal ile konuşmak ve ona evleneceğinizi söylemek. Yaklaşık 24 saat sonra seramoni başlıyor ve siz de müstakbel eşiniz ile ömür boyu sürecek bir mutluluğun yeminini ediyorsunuz.

Elbette bu olay bir paragraflık bir zamanda gerçekleşmiyor. Kendimden örnek vermem gerekirse, ben Whiterun’da ilk ejderhamı öldürdükten sonra (bu konuya ayrıca değineceğim) Whiterun’ın Jarl’ı, yani kralı, bana teşekkür edip Thane ünvanına layık gördü. Bu bir nevi dük giib birşey, ama aynı zamanda bir de yardımcı bağışladı ki kendisi Lydia adında güzeller güzeli esmer bir Nord. Ben evililk olayını çözdüğümde açıkçası aklımda Lydia ile evlenmek vardı fakat onunla henüz çok fazla vakit geçirmediğim için bu seçenek açılmıyordu. Öte yandan Whiterun’un hevesli tüccarı Ysolda’da da en az Lydia kadar hoş bir bayandı. Üstelik dükkanı olduğu için kendisi ile evlendiğimde hergün 100 altın alma gibi bir seçeneğim orataya çıkıyordu. Ben de onda bir şansımı denedim. Daha öncesinden onun bir sorununu çözdüğüm için kendisi bana halihazırda ısınmıştı. Onunla konuşmaya başladığımda boynumdaki Mara kolyesini görür görmez ondan bahsetti ve beklediğim konuşma gerçekleşti ve en sonunda Ysolda ile evlendim.




Evlendiğiniz zaman nerede kalacağınız doğal olarak seçenekleriniz ile sınırlı. Misal benim o sırada bir evim olmadığı için iç güveysi olarak Ysolda’nın evinde kaldım. Ancak daha sonradan kendinize güzel bir ev aldığınızda oraya taşınma imkanınız da mevcut. İşin güzel yanlarından bir tanesi ise evlendikten sonra gerek daha önce tanıdığım insanlar, gerekse Whiterun halkının çoğunluğu yanlarından geçerken veya onlarla konuşmaya başlarken beni tebrik etmeleriydi. 

İşte yukarıda bahsettiğim oyuna dahil olma, adaptasyon gibi şeyleri bu tarz ufak özelliklerden dolayı ısararlı bir şekilde tekrar ettim. Lydia bile onunla konuşmaya başladığımda seçenekler çıkmadan önce beni tebrik etti ve daha sonra klasik konuşma seçenekleri ortaya çıktı. 

Skyrim’de her iki cinsle de evlilik mevcut. Kadın kadına veya erkek erkeğe evlilikler de yapabiliyorsunuz. Lakin evlendikten sonra boşanma olayı yok ya da en azından ben henüz o tarz bir duruma rastlamadaım. Sanırım aile içi geçimsizlik oyunda söz konusu değil. 




Peçeteye istek yazmak

Oyunda bir ufak ayrıntı da hanlara girdiğinizde karşınıza çıkıyor. Yeni oyunumuzda Bard’lar da mevcut hatta Solitude’da Bard Collage adında okul/lonca karışımı bir binaları bile var. Biliyorum Bard’lar Oblivion’da da sınıf olarak mevcuttu zaten ancak benim bahsettiğim, artık bu adamları büyük şehirlerin hanlarında şarkılar söylerken dineleme imkanımızın olduğu. Üstelik sadece dinlemek değil onlardan bir parça çalmasını bile isteyebiliyoruz.

Öte yandan oyundaki loncalardan devam edecek olursak, bildiğiniz gibi Skyrim’de Mages Guild, Fighter’s Guild gibi yerler yok. Thieves Guild adı hala geçiyor ancak sanırım o da ismin artık bir kült halini almasından kaynaklanıyor. Skyrim’de savaşçı loncası The Companions olarak geçerken büyücü loncası ise College of Winterhold adını almış durumda. Ancak oyunda bu ikisi yanında daha pek çok lonca ya da katılabileceğiniz örgüt mevcut. Imperial Army, Storm Cloaks, Battle-Borne, Dark Brotherhood gibi birlikler oyunda katılabileceğiniz diğer örgütler.

Lakin Oblivion’un aksine her on şehrin sekizinde bir lonca yok. Misal büyücüler loncası adından da belli olacağı gibi Winterhold’da bulunuyor. Ben savaşçı loncasını Whiterun’dan başka bir yerde bulamadım henüz. Üstelik oradaki adı da The Companions olarak bile geçmiyor. İçine girip milletle konuştuğumda öğrendim. Dark Brotherhood’a giriş yine masum insanları belli bir sayıda öldürdüğünüzde ortaya çıkıyor ya da küçük bir çocuktan aldığınız bir görev üzerine Riften’deki yetimhanenin sorumlusu kadını öldürdüğünüzde. Ancak bu sefer size doğrudan bir Listener gelmiyor. Onun yerine önce bir kurye, üzerinde siyah el izi olan ve “Biliyoruz” yazan bir mesaj iletiyor, ardından olaylar gelişmeye başlıyor.

Skyrim’de tıpkı eski oyunlarda olduğu gibi alabildiğine görev var. Ana görevin uzunluğu bir yana o kadar çok irili ufaklı yan görev var ki. Bundan dolayı bazı görevler kendi adı altında toplanırken bazıları Miscellaneous kategorisine bulunuyor. Buradaki görevler genellikle tek adımda tamamlanacak görevler oluyor.  Görev takibi de artık oldukça kolay. Gerek oyunun arayüzü gerekse görev ekranının kolay kullanımı sayesinde fazla zorluk çekmiyorsunuz. Yan görevler neredeyse her çeşit. O kadar ki Solitude'da çocuklarla ebelemece oynamaktan bulmacalarla dolu bir zindanda antik bir kılıç aramaya kadar geniş bir yelpaze sunuyor.

Artık her görevin hedefini ana ekranda ilerlerken de görmek işinizi oldukça kolaylaştırıyor. Nitekim ekranın üstünde duran mini pusula da size nereye gitmeniz gerektiği belirtiliyor, fakat Oblivion’un aksine Skyrim’de birden fazla görevi aynı anda işaretleyebiliyorsunuz. 3D olarak hazırlanmış dünya haritasında tek bir tuşla görevin bulunduğu yer ve sizin bulunduğunuz yeri görebiliyorsunuz. Bunun yanında farklı bir noktaya kendiniz de işaret koyabiliyorsunuz. Ancak maalesef bu işarete herhangi bir not düşme özelliği bulunmuyor.

Skyrim’i oynamaya başladığınızda HUD ekranının ne kadar sade ve kullanışlı olduğunu fark ediyorsunuz. Boş boş gezerken ekranda sadece üst kısımdaki pusula gözüküyor. Savaşa girdiğinizde sağlık çubuğu ve duruma göre stamina veya magicka ya da her ikisi birden beliriyor. Öte yandan Bethesda’nın Fallout’tan kazandığı deneyimleri de yeni oyuna aktardığını görüyoruz. İçinde hiçbirşey olmayan sandıkların üzerine geldiğinizde çıkan “Boş” ibaresi bunun en basit örneği. Bu şekilde zamandan kazanıyorsunuz. Ayrıca bazı savaşlarda düşmanınızı öldürürken çıkan ufak sinematikler de yine Fallout kokusu yararken sunumu da oldukça zenginleştiriyor. 




Burada da mı buldun beni kertenkele?

Geldik Skyrim’in en büyük özelliği olan ejderhalara. Bildiğiniz gibi siz bir Dragonborn’sunuz. Yani damarlarınızda ejderha kanı mevcut. Bundan dolayı hem onlarla savaşırken diğer insanlara göre daha büyük avantajınız var hem de ejderhaları öldürdüğünüzde onların güçlerini alma yeteneğine sahipsiniz. İlk ejderhanız daha oyunun başında karşınıza çıksa da onunla savaşma imkanı bulamıyorsunuz fakat ana hikayeyi takip ederseniz ilk savaşınız da çok uzun sürmüyor. Nitekim Whiterun’da ilk ejderha savaşınızı yapıyorsunuz.
Ana hikaye haricinde oyunda ejderhalar ile karşılaşmanız gelişi güzel oluyor. Uzun zaman hiçbir tane görememe ihtimaliniz varken yeri geliyor bir saatte iki ejderha savaşı da yapabiliyorsunuz.  Misal ben Whiterun’daki asıl savaştan bir saat sonra yine aynı noktaya geldiğimde tesadüfen bir ejderha saldırısı daha oldu.

Ejderha savaşları genel olarak güzel hazırlanmış. Özellikle açık alanda oldukça avantajlı olan bu yaratıklar bütün güçlerini kullanarak size saldırıyorlar. Uçuyorlar, dalış yapıp askerleri kapıyor ve yükselip aşağıya atıyorlar, nefes saldırılarını kullanıyorlar, vs. Nitekim tek başınıza değilseniz, hele ki 3-5 kişi birden saldırıyorsanız genellikle ejderha savaşları kolay geçiyor. Misal benim ikinci savaşımda etrafımda Lydia harici 4-5 asker daha mevcuttu ve zavallı yartık onlarla uğraşmaktan bana bakamadı bile. Ben de o savaşı burnum bile kanamadan atlatmış oldum.

Ana hikayede sürekliliği sağlamak adına çıkan ejderhaların belli bir derecede kolay olması anlaşılabilir ancak gelişi güzel çıkanların da bu kadar kolay olması açıkçası beni biraz haya kırıklığına uğrattı.
Ejderhaları öldürdüğünüz zaman Shout adında yeni bir yeteneğe sahip oluyorsunuz. Bu yetenek size o ejderhanın ruhunu emerek sağladığı gücü kullanmanızı sağlıyor. Oyunda toplam 20 tane shout mevcut. Shout’ların yeteneklerini her ne kadar emdiğiniz ejderha ruhlarından elde ediyor olsanız da bunları harabelerin duvarlarında buluyorsunuz.



Her shout’un farklı özellikleri mevcut. Bunlardan bazısı etrafınızdakilerin yere serilmesine hatta havaya fırlamasına sebep olurken bazısı sizi belli bir noktaya ışınlıyor. İçlerinde ateş veya buz büyüsü atıp yüksek hasar vermenizi sağlayanlar da mevcut. 

Shout’lar her ne kadar magicka yemeseler de belli bir cooldown süreleri mevcut. Aynı ya da farklı ikinci bir shout’u yapmak için bir süre beklemek zorundasınız. Bu süreyi ise size pusulanızın kenarında çıkan mavi çizgiler gösteriyor. Ancak oyunda da bu durum için kolaylıklar mevcut . İki shout arasındaki süreyi %20 azaltan Amulet of Talos gibi eşyalar, shout’ları daha etkin kullanmanız için size yardım ediyor.

Genel olarak görkemli ve güzel hazırlanmış olan ejderha sahnelerinin tek kötü yanı dediğim gibi biraz kolay olması. Gerçi ben sadece iki kere savaştım ve kalabalıktım, belki ileride daha zorluları da çıkacaktır. Bir de etrafta dolaşan “Yahu ejderha okla mı öldürülür?” laflarına lütfen kulak asmayın. 

Evet, ejderhalar kadim varlıklardır ve normal silahların onları öldürmesi zordur, hatta imkansızdır. Hadi sıradan bir kılıcı veya oku geçtim ancak bir düşünün bakalım, Baldur’s Gate’te, IcewinDale’da veya Dragon Age’de ejderhaları neyle öldürüyordunuz? Yine büyüyle, yine kılıçla ve yine okla. Burada mantıksız diyebileceğiniz tek nokta bana kalırsa normal bir kılıçla öldürme imakanının olması ancak şunu da söyleyeyim ben her iki savaşımda da onları büyülü baltalar kullanarak öldürmüştüm. Dolayısı ile normal silahla ne kadar rahat öldürürsünüz bilemem.

Kısacası genele bakıldığında oyunun bir parçası olan ejderha savaşları Skyrim’e ciddi anlamda inanılmaz bir hava katıyor.




Bir elimde cımbız, bir elimde ayna

Skyrim’in savaşları elbette ejderhalardan ibaret değil. Etrafımızı saran bir sürü düşman mevcut. Bunlar bazen şeytani ruhlar, bazen dağ kaçkını eşkiyalar, bazen de kolluk kuvvetleri olabliyor. Genel itibari ile yapay zekanın savaş sırasında Oblivion gibi kanatlardan saldırma özelliği bulunuyor ancak bunun üzerinde de biraz oynanmış. Misal, insanlar hayvanlardan daha mantıklı şekilde saldırıyorlar. Grup olarak saldıranlar kendi yeteneklerine göre kendilerini daha mantıklı konumlandırıyorlar. Okçular hemen yüksek bir mekana çıkarken büyücüler arkalara kaçıyor.

Hoş sonunda iş meydan muharebesi ve kargaşaya dönüşse de yapay zekanın başta geliştirdiği bu taktik, bir avuç sersem poligonla savaşmak yerine gerçekten kana susamış haydutlarla savaştığınız hissini veriyor sizlere.

Artık her iki elinizde de bir silah taşıma şansınız var. Farenin sol ve sağ tuşları ile silahlara tıklayarak hangi silahı hangi elinize alacağınızı da belirliyorsunuz. Veya dilerseniz kalkanı sağa kılıcı sola alabiliyorsunuz.

Oblivion’da elimizde kılıcımız varken de alev topu atabiliyorduk ancak o sırada kılıcımız kullanamıyorduk, Skyrim’de ise bunu gerçekleştirebiliyoruz. Dual wield özelliği sayesinde bir yandan kılıç sallarken diğer yandan büyü yapabiliyoruz. Hatta farenin iki tuşuna birden bastığımızda aynı anda hem büyü yapıp hem de silahla vurarak çift hasar bile verebiliyoruz.



Büyü işlemi de biraz değişmiş. Görsel kalitesinin yanında kullanım avantajı da artan büyüler için artık saniyelik fare tıklaması yararsız. Büyüyü yapmak için farenin tuşuna 2-3 saniye basılı tutmak zorundasınız yoksa büyünüz başlamadan bitiyor. Öte yandan farenin tuşuna basılı tuttuğunuz sürece büyü devam ediyor, ta ki magicka’nız bitene kadar. Dolayısı ile alev topunuz bir anda Flame Strike büyüsüne dönüşebiliyor.

Büyülerdeki animasyonlar ve özellikleri zaten daha önesinde çıkan videolardan biliyorsunuz. Artık buz büyülerinde düşmanlar donup kalıyor ve hatta yere düşünce parçalanıyorlar. Ancak oyunun zorluğunu düşüren bir nokta da sağlık çubuğunuzun savaşmadığınız zamanalarda yavaş yavaş doluyor olması. 

Bahsettiğim şey “T” tuşuna basıp "wait" yapmak değil. Bunu yapmasanız bile sağlık çubuğu sağlam bir hızda doluyor ve düşmanların sizleri öldürmesi biraz daha zorlaşıyor.

Yolluksuz maceraya çıkılmaz, karnımız kazınır sonra
Skyrim’de ön plana çıkartılan bir başka nokta da yiyecek meselesi. Hatırlarsanız Oblivion’da yiyeceklerin çoğu Fatigue yani stamina azalmasına karşı yarar sağlardı, Skyrim’de ise çoğunluk sağlığın artmasına yarıyor. Cooking yeteneği seviyesi olmayan bir yetenek, yani daha oyunun en başında bile sağlam yiyecekler yapabiliyorsunuz. Tek gereken şey malzemeler. Hal böyle olunca etrafta yenilebilecek ne var ne yok herşeyi toplamaya başlıyorsunuz. Elbette çiğ yiyeceklerle pişmişlerinin arasında da oldukça fark oluyor. Çiğ bir havuç sadece 1 puan sağlık verirken sebze çorbası 5-10 puan sağlık kazandırıyor.


Öte yandan evlendiğinizde hanımınız da size her gün bir yemekten belli sayıda hazırlıyor.

Yine bu yiyecekleri en rahat bulacağınız noktalar hanlar. Öte yandan yan görevlerin de çoğunu hanlardan alıyorsunuz. Hancı ile konuştuğunuzda ona son dedikoduları sorarsanız neredeyse her bir dedikodusu size yan görev olarak dönüyor.

Bu arada oyun içindeki diyaloglar da oldukça düzeltilmiş. Konuşma sesleri, şiveler özenle hazırlanırken diyaloglara daha sağlam bir altyapı getirilmiş. Yine de her zaman bu sağlamlığı göremiyorsunuz. Bazen yan görev verecek bir adamla konuşurken daha karşı taraf olayın konusunu açmadan sizde o konuyla ilgili konuşma seçeneği çıkıyor.

Misal Riverwood'da Sven’in kız arkadaş muhabettinde adama merhaba der demez “Demek ikiniz aynı kızdan hoşlanıyorsunuz?” seçenği çıktı. Kaldı ki ben daha elf’i görmemiştim bile.




Uzun lafın kısası
Sizlere neredeyse milyonlarca şey yapabileceğiniz bir oyunu anlatmaya çalıştım elimden geldiğince. Açıkçası yazıya geri dönüp baktığımda daha bahsedilecek pek çok şeyin olduğunu görüyorum. Nitekim oyun boyunca bile aldığım kısa notlar dört sayfayı geçti ancak yazıyı bu kadar uzatmak da oldukça gereksiz.

Her oyunda olduğu gibi Skyrim’de de gerek teknik gerek mantık hataları mevcut. Her ne kadar bazıları yamalık olsa da bazıları ile yaşamayı öğrenmeliyiz. Ancak her oyunun içinde olan bu tarz sorunlara takılarsak ciddi anlamda Skyrim’e çok büyük haksızlık etmiş oluruz.

Yeni Elder Scrolls oyunu Skyrim’de daha yoğun bir atmosfer mevcut. Karakterlerin doğallığı ve sizlere verdiği duygu daha belirgin. Savaşlarda artık vuruşları daha iyi hissedebiliyorsunuz. Elden geçirilmiş altı dolu diyaloglar, zevkli  görevler, oynanış adına getirilmişlik yeniliklerle bu türü sevseniz de sevmeseniz de mutlaka denemeniz gereken bir oyun olmuş Skyrim.Şimdi izninizle ben aranızdan ayrılıyorum. Nitekim bulmam gereken gizli bir kardeşlik örgütü var. Hepinize iyi oyunlar.



Minimum sistem gereksinimleri:
  • İşletim sistemi: Win XP/7/Vista ( 32 ya da 64 bit)
  • İşlemci: Dual Core 2 GB
  • RAM: 2 GB
  • Ekran kartı: DX9c uyumlu 512 MB 
Tavsiye edilen sistem gereksinimleri:
  • İşletim sistemi: Win XP/7
  • İşlemci: Quad-Core Intel/AMD işlemci
  • RAM: 4 GB
  • Ekran kartı: DX 9 destekli, 1 GB hafızaya sahip GTX 260/Radeon 4890 ya da daha iyisi.

Etiketler: , , , , ,

-NBA 2K12

2 yorum

Spor oyunlarının seri halinde çıkmasına artık alıştık. Ancak alışmadığımız bir durum NBA 2K serisinde her sene karşımıza çıkıyor. 2K serisi her sene kendini geliştiriyor, her geçen sene daha da güzelleşiyor. İncelediğimiz NBA 2K12 de bu senenin en iyi spor oyunu olmaya aday.

Draft edin beni


Geçtiğimiz sene Jordan temalı bir oyunla karşımıza çıkan NBA 2K11, bu sene de basketbol efsanesini kapağına yerleştirmiş. Sadece kapakta değil, 2K12’de de karşımıza çıkan Michael Jordan, yanında arkadaşlarını da getirmiş. NBA’s Greatest moduyla birlikte Jordan’la birlikte, Magic Johnson, Larry Bird, Hakeem Olajuwon, Scottie Pippen gibi birçok NBA efsanesini görebilmek mümkün. Yani bugünün NBA yıldızlarına karşı, geçtiğimiz 40 senenin NBA yıldızlarıyla oynayabiliyoruz.

NBA 2K11’de ön plana çıkan mod, Michael Jordan’ın kariyerini anlatıyordu. Bu sene ise daha az tanınmış ancak geleceğin efsanesi olan bir basketbolcuyla alakalı: SİZ. My player modunda kendi oyuncunuzu yaratıp NBA Draft’larında iyi bir takım tarafından seçilmek için iyi bir performans göstermeniz gerekiyor. Geçen sene bu modda uzunca bir süre ön ligi oynamanız gerekiyordu. Ancak bu sene geliştiriciler bu ön hazırlık kısmını tek bir maça kadar kısaltmışlar. Aksiyona daha hızlı bir şekilde dalmanız sağlanmış. Bu maçta gösterdiğiniz performansa göre NBA Draft’ında iyi bir takım tarafından seçilme şansınız artıyor. Ancak bundan önce size teklif götüren takımlar, soyunma odasına gelip sizinle konuşuyorlar. Burada vereceğiniz cevaplara göre Draft edileceğiniz takım belirleniyor ve sonrasında NBA hikayeniz başlıyor. Oyuncumuzun ortalama özellikleri bu sene biraz arttırılmış. Böylelikle geliştirilen defans yapay zekasına karşı da zayıf kalmamız da engellenmiş.


Capcanlı maçlar

Visual Concepts’in en sevdiğim yanı da bir basketbol maçını video oyunu oynuyormuş değil de TV’de maç izlermiş gibi sunması. Spikerlerin konuşmaları, aralara giren reklamlar, sahadan röportajlar, maç sonrası ve öncesindeki anlatımlar, takım kadrosunun tanıtılması gibi küçük detaylar, siz oyunu oynarken gülümsetmeye yetiyor. Detaylı stadyumlar da görsel olarak sıkıcılıktan uzak bir hava yaratıyor. Bununla birlikte bu sene NBA efsanelerinin maçlarını oynarken, oynadığınız takımın hangi yıldan olduğuna göre izlediğiniz maç da o senenin TV yayınları gibi siyah-beyaz ya da bozuk görüntüyle gösterilebiliyor. Dediğim gibi küçük ama eğlenceli detaylara sahip NBA 2K12.
Oyuncu modellemeleri oldukça iyi görünüyor. Özellikle geçtiğimiz seneye göre bazı ünlü oyuncuların modellemeleri geliştirilmiş. Yine de bazı oyuncular insana benzemese de bu o kadar da göze çarpmıyor. Animasyonların oldukça iyi olduğunu söylemeliyim. Özellikle ünlü oyuncular için özel hazırlanmış animasyonlar, bu oyunculara farklı bir kişilik katıyor.

Gelelim Association moduna. Geçtiğimiz senenin Franchise modu bu sene de NBA 2K11’de olduğu gibi geliyor. Ancak bu seneki mod da oldukça iyi. Transfer yapay zekası halen iyi ancak bazı ilginç sorunlarla karşılaşmak da mümkün. Ayrıca bu mod bu sene online olarak da karşımıza çıkıyor. Yani tüm bir sezon arkadaşlarınızla oynayabileceksiniz.


Kontroller ise oldukça detaylı ve alışması kolay. Hangi elinizle fake yapacağınız, ne tarafa pas atacağınız, bu pası nasıl atacağınızı kolaylıkla oyuna aktarabiliyorsunuz. Rahatça alışacağınızı ve zevkle oynayacağınızı söyleyebilirim.

Sesler oldukça iyi. Oyuncunuzla yapılan röportajda, oyuncunuzun seslendirildiğini bile duyuyorsunuz. Maç anlatımları zengin ve canlı. Sizi asla sıkmıyor. Müzikler ise bize bir nevi EA’in NBA Elite serisindeki havayı hatırlatıyor. Hip Hop tarzındaki müzikler, NBA’in doğal havasına da uyum sağlıyor.


En iyi NBA deneyimi

Açıkçası bir spor oyunundan fazlasını sunuyor NBA 2K12. Draft edildikten sonra reklam panosundaki fotoğrafımı görünce bunu anladım. Küçük ve gerçek hayattaki tüm detayları oyunun içine serpiştiren Visual Concepts, her sene olduğu gibi NBA deneyimini en gerçekçi şekilde bir oyuna yerleştirmeyi başarmış.

Zaten iyi olan bir seriyi daha da iyi bir hale getirme konusunda başarılı olmuşlar. Bu dinamizmi koruyacaklarına da inanıyorum. Eminim ki NBA 2K13, bu oyundan da daha iyi olacaktır. Menüdeki küçük problemlerın giderilmesi ve yapay zekanın da rötüşlanması gibi gereklilikler dışında problemsiz bir oyun.

Kısacası senenin en iyi spor oyunu olmaya aday. 2011’in de en iyi basketbol oyunu NBA 2K12. Fazla söze gerek yok. İçiniz rahat şekilde gidip alın oynayın.




Minimum sistem gereksinimleri:
  • CPU: Pentium 4 2.4 Ghz Single Core processor or equivalent (2.8 Ghz for Vista)
  • RAM: 512 MB or more (1 GB for Vista)
  • Disc Drive: 8x or faster DVD drive
  • Hard Drive: 10.5 GB or more free space
  • Video: DirectX 9.0c compatible (see below)
  • Sound: DirectX 9.0c compatible
  • Input: Keyboard or dual-analog gamepad
  • Video card with 128 MB or more memory and one of the following chipsets is required:
  • ATI x1300 or greater;
  • NVIDIA 6600 or greater;
  • DirectX 9.0c compatible card with Shader Model 3.0 support.
  • Important Note: Game requires Internet connection for activation
Önerilen sistem gereksinimleri:
  • CPU: 3 GHz Dual Core processor or equivalent
  • RAM: 2 GB
  • Disc Drive: 8x or faster DVD drive
  • Hard Drive: 10.5 GB or more free space
  • Video: Shader Model 3.0 support with 512 Ram (Nvidia(R) Geforce(R) 7900 GT or better)
  • Sound: 100% DirectX 9.0c compatible sound card
  • Input: Dual-analog gamepad
  • DirectX 9.0c or DirectX 10

Etiketler: , , , ,

-Max Payne 3

2 yorum


Karanlık bir alanda, sadece kan izlerini takip ettiğimi hatırlıyorum. Uzaktan gelen bebek ağlamalarını, Max'in heyecanla evine girdiğinde hayatı boyunca unutamayacağı acıyla karşılaştığını. Sam Lake denen adamın (Ki oyunun hem yüzü, hem de hikayesinin yazarıydı) yüz tasarımının kullanıldığı, "Limon yemiş adam" esprilerinin yıllarca yapıldığı bir karakteri hatırlıyorum. Eklenen minik bir modla, dönemin popüler dizisi Deli Yürek ezgileriyle Bullet Time moduna geçtiğini, düşmanlarını kevgire çevirdiğini hatırlıyorum. Bullet Time demişken, bu özelliğin de oyunlarda ilk kez Max Payne'de olduğunu biliyorum.

Yıllar evvel Windows 98'de oynamayı denediğim, ama yarım kalınca Windows XP'de bitirdiğim bir oyundu Max Payne 1. Ekran kartımdan olsa gerek, bazı bölümlerin kaplamaları gelmiyordu Win98'deyken. İkinci oyun ise, ilkine nazaran çok çok kısaydı, ama değişen pek bir şey yoktu. Max, her şeyi bir bir hallediyordu belki, ama her defasında kaybeden o oluyor ve giderek içine kapanmaya, o karanlıkta boğulmaya devam ediyordu.

Remedy, harika bir iş başarmıştı. Öyle bir serüvendi ki bu, etkilenmemek mümkün değildi. Çizgi roman tarzda hazırlanan ara geçiş sahneleri, etkileyici müzikler, duygusal hikaye akışı ve en çok akıllarda yer edilen Bullet Time modu.




Max Payne, neredeyse 10 yıldır sessizdi, ta ki 15 Mayıs günü gelene kadar. Rockstar, Remedy'nin oyun dünyasına armağan ettiği Max Payne serisini aldı ve üç numaralı yapımı bizlere sundu. Yapım koltuğunda bu kez Remedy yok, ancak gelişim sürecinde fikir beyanlarında bulunmuşlardı. 

Peki bu, gerçekten de Max Payne miydi?

Yayımlanan ilk ekran görüntüleri, birçok oyuncuyu şaşırtmıştı. Zira karşımızdaki, Max'den çok daha farklı bir adamdı. Saçlarını tamamen kazımış, bitkin bakışlara sahip ve gür sakallı bir adam. Evet, bu Max galiba. Biz oyuncuların dikkatini çeken ikinci nokta ise, Max Payne'in bir GTA kopyası olabilme ihtimalinin bulunmasıydı. Böyle bir gelişmeyi kimse istemezdi eminim. Bu arada hey! Sam Lake de yoktu bu defa ekipte. Zaten yeni tasarlanan karakterin ona pek benzemediği ortadaydı. Dan Houser almıştı kalemi Max için eline. Hikaye artık ondan sorulacaktı, baktığımızda isim dışında her şey değişmişti aslında. Yapımcılar da bu durumu saklamıyordu işin aslı. "Bu, Max Payne'in hayatında yepyeni bir dönem" diyorlardı oyunu tanıtırken. Peki bu döneme gerçekten ihtiyaç var mıydı?



Yeni bir ülke, yeni bir başlangıç

Yapımcılar hani "Bu, Max'in hayatında yeni bir sayfa" açıklamasını yapmıştı ya, işte oyun başlar başlamaz aynı sözleri bir kez de Max'in ağzından duyuyoruz. Böylelikle yapımcıların söyledikleriyle ikna olmayan Max Payne hayranları, Max'in kendi sözleriyle kendilerini daha iyi hissedebilir belki.

Oyuna ilk adım attığımda, bazı şeylerin hala aynı kaldığını hissettim. Max'i ilk görüşüm, anlattıkları ve arkaplanda çalan müzik (İlk oyunu hatırlayın), hikaye anlatımı konusunda Max Payne 3'ün de öncekileri aratmayacağını gösteriyor. Ara geçiş sahnelerinde kullanılan birden fazla görüntü ve karakterlerin söylediği önemli sözlerin ekranda belirmesi, neyi ciddiye alıp, neyi ciddiye almamamız gerektiğini vurguluyor belki de.




Adamımız pek bir yorgun. İçmeyi pek seviyor, kaçmayı da öyle. En azından görünen böyle. Başlıyor kendi kendine konuşmaya. Yeni bir başlangıç, eskileri geride bırakmak güzel olabilir. Evet, belki olabilir. Max böyle düşünüyor, ama buna belki o da inanmıyor. Çünkü geçmiş, her zaman onu yaralayan en büyük unsur. Şu an yaşadıkları da tuz biber oluyor belli ki. Peki neler yaşadı ki Brezilya'da?

Yeni hikayemiz, Max'in New York'dan ayrılıp, Brezilya - Sao Paulo'ya gitmesiyle başlıyor. Burada zengin bir ailenin güvenlik işleriyle uğraşmaya başlayan Max, terörist gruplarca gerçekleştirilen saldırılar sonucu tehlike altına giren güvenliği geri sağlamak için harekete geçiyor.

Bu sokaklar çok tehlikeli

Rockstar yetkilileri, oyunun çıkmasına az süre kala birçok döküman ve resim yayımlamıştı. Bu belgelerde Brezilya'daki yaşamdan, bulunan terörist gruplardan, güvenlik yöntemlerinden ve hatta ne gibi ekipmanların kullanıldığından dahi bahsediliyordu. Anlayacağınız, adamlar etkili oyun deneyimi için Brezilya'ya gitmiş, araştırmalarda bulunmuş. O gezilerde tehlike yoktu belki, ama oyunumuzda güvenli nokta yol bile denilebilir.





Silahımı elime alır almaz, ilk görevim, bir kaçırılma vakasını engellemekti. Tabii ki spoiler vermeden devam ediyorum. Gamepad ile Max'i kontrol etmeye başladığımda, bu adamın gerçek Max olduğuna henüz ikna olmamıştım. Düşmanlar bir bir geliyor ve ben de onları indiriyordum. Derken bir siper çıktı karşıma, Gears of War tarzında geçtim arkasına ve bekledim. 


Düşmanlar beni beklemeye niyetli değildi, çıktım oradan ve çatışmaya devam ettim. Pek akıllı değillerdi, ama fark ettim ki ortalık yerde olduğum sürece onlar da ateş etmekten çekinmiyordu. Bir kurtuluş gerekiyordu ve o an ekranda beliren düğmeye basarak zamanı yavaşlattım. Evet, Bullet Time modu beni bir anda 10 yıl öncesine götürdü. Yavaş çekim modunda sağa doğru atlarken, hedef imleciyle tek tek karşımdakileri indirmenin verdiği hazzı sizlere anlatamam. Bu arada lafı açılmışken, oyunda birkaç çeşit hedef seçeneği bulunuyor. İsterseniz komple hedef yönergelerini siz ayarlayabilirsiniz, isterseniz Auto-Aim özelliğinden de yardım alabilirsiniz.

Birçok bölümde genellikle tek başımıza ilerliyoruz. Araya giren sinematik sahneler, az da olsa soluklanmamıza ve konu hakkında bilgi elde etmemize yardımcı olurken, yapacağımız en ufak hatanın da hayatımıza mal olacağı gerçeğiyle adımlarımızı atıyoruz. Bu önemli, çünkü Max Payne'de dinlen ve iyileş yöntemi yok. İlaç alarak sağlığımızı yenileyebiliyoruz, ki bu ilaçları da her zaman bulmak kolay değil. Tabii üst üste birkaç kez ölürseniz, otomatik olarak sahip olabiliyorsunuz. Ek olarak, bazen Call of Duty'deki The Last Stand moduna benzer olarak otomatik Bullet Time modu giriyor devreye. Biz ölmek üzereyken bu sırada karşımızdaki düşmanı öldürürsek, tekrar hayata dönüyoruz.

İş birliği önemli

Çok dinamik bir oyun yapısına sahibiz gerçekten. Bazen dostlarımızla birlikte hareket ediyoruz. Birimiz koruma sağlarken, diğerimiz de düşmanlarla ilgilenebiliyor. Bazen kaçan, bazen de kovalayan pozisyonundayız. Üstelik karada, havada ve suda. Evet, çeşitlilik konusunda Rockstar bizi hayal kırıklığına uğratmıyor.




Bu arada, Bullet Time modu var dedik de, bu yıllar evvelki modun aynısı mı dersiniz? Hayır, değil. Tamam, yine zamanı yavaşlatarak olabildiğince hızlı davranmamız gerekiyor, fakat bu kez daha sinematik bir bakış açısı getirilmiş. Artık işin içinde artistik kamera açıları da bulunuyor ve odak noktası sadece Max değil. Bu moddayken birini kafasından vurursanız, kamera kurşunla birlikte hareket edebiliyor. Üstelik o hareket esnasında siz ateş etmeye devam ederseniz, bu kez düşmanın üzerinde açılan yaraları ve sıçrayan kanları görüyorsunuz. Bu değişimler gerçek zamanlı olarak yaşanıyor ve bir sinema filminde rol alıyor gibi hissedebiliyorsunuz.

Arada yakın dövüş tekniklerini de kullandığımız macerada, bazen limitlerin dibine dibine vuruyoruz. Nasıl mı? Misal düşmanlar size el bombası attı diyelim, bombaya hedef alarak onu havada patlatabiliyorsunuz. Eğer becerebilirseniz, iki düşmanın arasına girip bir anda çıkarak, birbirlerine ateş etmelerini dahi sağlayabiliyorsunuz. Aksiyon konusunda kesinlikle hiç sıkıntımız yok. Mıntıka temizliği yaparken arada etraftan bulduğumuz notlarla da yeni bilgiler elde edebiliyoruz. Bu arada, her bölümde, etrafa biraz dikkatli bakarak bulabileceğiniz altın silahlar da mevcut. 


Tabii ki bu tamamen düz bir ilerleyiş değil. Bir bakmışsınız, Max'i odasında içerken buluyorsunuz. Üzerinde pis atleti, ayaklarında neredeyse derman yok. Ama bir de bakmışsınız, o klasik deri paltosunu giymiş, Amerika'daki barlarda kaybeden adam rolünü oynuyor. Max Payne 3'te belki yeni hayat kurma peşindeyiz, ama sıklıkla geçmişe seyahat ediyoruz.



Yapay zeka ne durumda

Az evvel de belirttiğim gibi, ortalık yere çıktığımızda kolay kolay hayatta kalmamız mümkün değil. Kısa sürede bizi kevgire çevirebiliyorlar ve bu sahneler de kare kare ekranlarımıza yansıyor. Lakin, yine de pek akıllı düşmanlarımız yok. Ya da şöyle diyelim, bir terslik var sanki. Ben, herkes arkasını dönükken onlara bakacak olsam, onların beni görmeyeceğini bilirim. Gelin görün ki bu oyunda durum farklı. Tüm düşmanlar arkasını dönükken kutunun arkasında saklanıyorsam, kimsede ses seda yok; ancak ayağa kalktığımda, herkes orada olduğumu anlıyor ve ateş etmeye başlıyor. Demek ki böyle kodlamış sevgili yapımcılar, ama biraz yapmacık olmuş bu doğrusu.

Çoklu oyuncu varsa, çoklu ölüm vardır

Max Payne 3'te seride ilk kez multiplayer oyun modları da bulunuyor. Bir karakter profili oluşturduktan sonra, ister tek başınıza, isterseniz de bir takımla birlikte hareket edebiliyorsunuz. Yapımcılar, son yılların tercih edilen sistemi "karakter gelişimi"ni entegre etmiş Max Payne'e. Ne kadar başarılı olursanız, o kadar puan alıyorsunuz ve gelişim gösteriyorsunuz. Tabii kullanacağınız ekipman ve silah çeşidi de artıyor.  En ilgimi çeken olay ise, paranoya perk'i. Bu özelliği aktif ettiğimizde karşı takım elemanları şaşırıp, birbirlerine düşman kesilebiliyor. Ayrıca Bullet Time özelliğinin multiplayer'da da olduğunu söylemeliyim.

Bir de arcade modu var yapımın. Bu sekmeyi seçtiğimizde, senaryo modunda oynadığımız bölümlerin önemli kısımlarını tekrar oynayabiliyoruz, ancak tek farkla: Bu kez en yüksek puanı elde etmemiz gerekiyor. Karakterleri kafalarından vurursak ayrı puan, ayaklarından vurursak ayrı puan alıyoruz. Tabii ölmemeye de dikkat etmemiz gerekiyor. İlaç kullansak sağlığımız için iyi belki, ama puan seviyemizi düşürebiliyor. Oysa ki bu modun en önemli amacı zaten en yüksek skoru elde etmek. Tek başınıza yapamıyorsanız, arkadaşlarınızdan da yardım isteyebilirsiniz.




Tanrım beni baştan yarat!

Max Payne 3'ün X360 versiyonunu oynadım. Karakter tasarımları ve yüz animasyonları göze hoş gelirken, ışık-gölge efektlerinin de etkileyici olduğunu söylemeliyim. Islaklık efektleri, Max'in üzerindeki giysilerin hareketlerine göre kırışması ve tabii ki karakter animasyonları hoşuma gitti. Kaplama kalitesi de genel olarak iyiydi. Vuruşa göre vücutların tepki göstermesi de gerçekten önemli. Örneğin, merdivenden koşarak gelen bir düşmanı ayağından vurursanız, vurduğunuz ayağı sendeliyor ve öylece yuvarlanmaya başlıyor. Eğer kolundan vurursanız, o tarafa doğru savruluyor, hatta yarasını tutuyor. Animasyon çeşitliliği gerçekten güzel olmuş. Adamımız Max de vurulduğunda, üzerinde kurşun izleri beliriyor. Her ne kadar arada ufak animayon problemleriyle karşılaşsak da, çevredeki objelerle etkileşim de dahil fizik efektleri başarılı. 

Bir diğer konu, müzikler de başarılı. Tempoya göre değişiklik gösteren, özellikle vurmalı çalgılardan elde edilen melodiler, sizi rahatlıkla atmosferin içine çekiyor. Yine ilk oyundan da tanıdık olduğumuz müzikle birlikte, bizi duygusallığa sevk eden melodiler de duyuyoruz. Karakter diyalogları ve Max'in oturaklı sesine de bir sözüm yok doğrusu. Sadece, bazı düşmanlarımız İngilizce konuşmuyordu ve alt yazılar da İngilizce değildi. Bu garibime gitmişti. Ama cevap Max'ten gecikmiyordu. Konuşulanlar hakkında Max de "Hiçbir şey anlamıyorum" diyordu ve belli ki bu bilinmezlik duygusunu biz oyunculara da yansıtmak istiyordu. Bence iyi bir yöntemdi.




Sonuç olarak


Max Payne 3, iyi bir aksiyon oyunu olmuş. Zaman zaman geçmişi hatırlatan, ancak genellikle yeni tarzı ve hayatıyla kendini oyunculara kabul ettirmeye çalışan bir oyun. Hem yapımcıların, hem de Max'in kendi ağzıyla söylediği gibi, "Max'in hayatında yeni bir perde bu." Bence seveceksiniz, ancak eski oyunlardaki etkiyi aramaya çalışmamak kaydıyla. İyi oyunlar.

          
Oyunu en düşük detaylarda çalıştırabilmek için:
  • Windows 7/Vista/XP PC (32 ya da 64 bit)
  • Intel Dual Core 2.4 GHZ ya da AMD Dual Core 2.6 GHZ ya da daha iyisi
  • 2GB RAM
  • NVIDIA GeForce 8600 GT 512MB RAM ya da AMD Radeon HD 3400 512MB RAM
Düşük detaylarda çalıştırabilmek için:
  • Windows 7/Vista/XP PC (32 ya da 64 bit)
  • Intel Dual Core 3GHz ya da AMD eşdeğer
  • 3GB RAM
  • NVIDIA GeForce 450 512MB RAM ya daAMD Radeon HD 4870 512MB RAM
Yüksek detaylarda çalıştırabilmek için:
  • Windows 7/Vista (32 ya da 64 bit)
  • Intel i7 Quad Core 2.8Ghz ya da AMD eşdeğer
  • 3GB RAM
  • NVIDIA GeForce 480 1GB RAM ya da AMD Radeon HD 5870 1GB RAM
En yüksek kalitede çalıştırabilmek için:
  • Windows 7/Vista (64 bit)
  • Intel i7 3930K 6 Core x 3.06 GHZ ya da AMD FX8150 8 Core x 3.6 GHZ
  • 16GB RAM
  • NVIDIA GeForce® GTX 680 2GB RAM ya da AMD Radeon HD 7970 3GB RAM